BU PLATFORMUN METNİ,VERİLEN ADRESDEN GÖTÜRÜLÜBDÜR:www.marksist.com/ne_savunuyoruz.htm
VE BİR YİL SÜRESİNCE ARAŞDİRMA VE MÜBAHİSEYE QOYULMUŞDUR,İKİ ULDUZUN ** ** İÇRE
YAZILAN KELMELER AZERİLEŞDİRİLIB YA BİZİM BAZI(AZERBAYCAN KOMÜNİSTLİK BİLDİRİLERİ-AZKOB)
ARTİRMA NEZERLERİMIZI QEYDE ALIBDIR.
Temel Görüşlerimiz
Kapitalizm insanlığa cehennemi yaşatıyor. Bir avuç kapitalistin saltanatı, gezegeni**SEYYARENİ** dolduran milyarlarca insanı, açlığın, yoksulluk ve yoksunluğun**MEHRUMİYETİN**, işsizliğin, inanılmaz bir eşitsizlik**BERABERSİZLİK** ve adaletsizliğin, kanlı savaşların, zulüm ve işkencenin, dibi gelmez bir çürüme ve yabancılaşmanın pençesinde kıvrandırıyor. Kâr**MENFEET** hırsına dayanan bu saltanat, tüm doğayı**TEBİETİ** da acımasızca tahrip ediyor. Bu gidişi durdurmadığı takdirde insanoğlunu bekleyen akıbet, misli görülmemiş bir barbarlık olacaktır.
Üstelik bu kara tablo, bir yeryüzü cenneti yaratmanın araçları insanlığın elinin altındayken oluyor. Bilim ve teknolojinin çığır**İNCE YOL** açıcı başarıları, insanlığı özgürleştirmek yerine daha da köleleştiriyor**BERDELEŞDİRİR**. Üretici**TOLİD EDEN** güçlerin gelişiminin önündeki özel mülkiyet ve ulus devlet engeli artık dayanılmaz bir cendereye**PRESE** dönüşmüştür. Bu durum insanlığın önündeki tek çıkış yolunun sosyalizm olduğuna işaret ediyor. Ya sosyalizm ya barbarlık!
İnsanlığı bu bataklıktan kurtaracak ve sosyalizme götürecek tek güç, artık “nesli tükendi” denilen işçi sınıfıdır**TEBEQESİDİR**. Gerçekler inatçıdır! İşçi sınıfı yok olmak şöyle dursun, büyümüş, gelişmiş ve nesnel**MÜDELLEL,ŞEYSEL** olarak daha da güçlenmiştir. Bugün dünya nüfusunun çoğunluğunu işçi sınıfı oluşturmaktadır. Gerçekte işçi sınıfının “bitişine” kanıt**İSBAT** olarak gösterilen olgular, sadece işçi sınıfının bileşimi**TERKİBİ** ve kapsamındaki**ZERFİYETİNDEKİ** değişimleri göstermektedir. Bu değişim ise, sadece bugün değil işçi sınıfı varolduğundan beri vardır. Gerçek şu ki, dünya üzerinde işgücünü bir ücret karşılığında satarak yaşamaya çalışan milyarların yani işçi sınıfının bugün de zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Kazanacakları ise koskoca bir dünyadır!
+İnsanlığın kurtuluşu sosyalizmdedir. Sosyalizmin dünya ölçeğinde**MİZANİNDA** örgütlenebilmesinin**TEŞKİLATLANA BİLMESİNİN** nesnel koşulları**ŞERTLERİ** mevcuttur. İnsanlığı bir yıkıma sürükleyen uluslararası kapitalizme son verebilme yeteneğine**İSTEDADİNA** ve olanaklarına sahip gerçekten devrimci tek sınıf proletaryadır.
+Sosyalizm, yerel**MEHELLİ** ya da ulusal ölçekte değil, ancak dünya ölçeğinde inşa edilebilecek sınıfsız ve devletsiz bir toplumdur. Tarihsel deneyim**TECRÜBE**, Stalinizmin yerleştirdiği “tek ülkede sosyalizm” sözde teorisinin ve onun pratikteki ifadesi olan “ulusal sosyalizmin” gerici bir ütopya olduğunu kanıtlamıştır.
+Ekim devrimiyle**OKTOBR İNQİLABİ İLE** kurulan işçi iktidarı, Stalin önderliğindeki bürokrasinin çeşitli aşamalardan**MERHELELERDEN** geçerek yürüttüğü bir karşı-devrim sonucunda yıkılmış ve yerine despotik-bürokratik bir rejim kurulmuştur.
+SSCB**ŞOREVİ** ve benzerlerinde çöken, sosyalizm ya da işçi devleti değil, despotik-bürokratik rejimlerdir.
+Kapitalizm reformlar yoluyla ıslah edilemez ve sosyalist topluma dönüştürülemez. Proletaryanın zaten bağımsız bir rol oynayamayacak denli cılız**MEQUL AMMA ZEİF DANİŞAN** olduğu istisnai gerilikteki bazı ülkeler bir yana bırakılacak olursa, aslında tüm ülkeler için işçi iktidarı mümkün ve savunulması**MÜDAFİE EDİLMESİ** gereken hedeftir. Bu hedefin önüne dikilecek farklı siyasal iktidar aşamaları anlayışı reddedilmelidir.
+Proleter devrim sürekli devrimdir. Dünya proleter devriminin ilerleyebilmesi ve işçi iktidarlarının yaşayabilmesi için, esas olarak ileri kapitalist ülkelerde peşpeşe kazanılan zaferlere ihtiyaç vardır. Kapitalizm özellikle ana merkezlerinde vurulmadıkça yıkılamaz.
+İşçi devleti bürokrasisiz bir devlettir, yani işçi sınıfının kendisini**ÖZÜNÜ** doğrudan demokrasi olarak örgütlemesidir. Konseyler**ŞORALAR**, sovyetler biçiminde örgütlenmiş işçilerin doğrudan demokrasisine dayanmayan ve onların fiili egemenliğini**HÖKMRANLİĞİNİ** yansıtmayan bir iktidar kendisine ne ad verirse versin, gerçek bir işçi devleti olamaz.
+Proleter devrim tek ülkede uzun süre yalıtık**TECRİD** kalırsa, devrimci işçi iktidarının yıkılması ve geçiş döneminin son bulması kaçınılmazdır.
+Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm, mali sermayenin dünya çapında**SETHİNDE** egemenliğidir. Kapitalizmin yeni ya da farklı bir evresiymiş**MERHELELENMİŞ** gibi sunulan**TEQDİM OLUNAN** küreselleşme, gerçekte uluslararası bir sömürü sistemi olan emperyalizmden başka bir şey değildir.
+Emperyalizm çağında siyasal bağımsızlığını kazanmış, yani kendi burjuva ulus-devletini kurmuş az ya da orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerin sömürge, yarı-sömürge ya da yeni-sömürge kavramlarıyla**MEFHUMLARİLA** ifade edilemeleri kesinlikle yanlıştır.
+Anti-kapitalist mücadeleden bağımsız bir anti-emperyalizm söylemi, ulusalcılığı savunan burjuva ve küçük-burjuva siyasetlerin göz boyamacılığıdır.
+Emperyalist ülkelerin nüfuz alanlarını yeniden paylaşmak amacıyla çıkarttıkları savaşlar haksız savaşlardır. Bu tür savaşlar karşısında takınılacak doğru tutum**XETTE MEŞY**, diğer ülkenin burjuvazisine karşı “kendi” burjuvazisinin savaşını desteklemek, onunla aynı cephede bir “ulusal” savaş yürütmek değil, emekçi kitleleri proleter devrim doğrultusunda seferber**HİDAYET** etmektir.
+Ezilen ulusun ulusal bağımsızlık mücadelesi temelinde gelişen ulusal kurtuluş savaşları devrimci proletaryanın desteklediği haklı savaşlardır. Ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı, özünde ayrı devlet kurma hakkıdır.
+İşçi sınıfı her türlü toplumsal eşitsizliğe ve baskıya karşı çıkar. İşçi sınıfının devrimci programı ezilen cinsin haklarını savunur ve doğanın kapitalist sistem tarafından tahribine karşı mücadeleyi içerir. Tüm bu sorunların**MÜŞKÜLLERİN** üstesinden gelebilecek yegane araç**EBZAR** proletaryanın devrimidir.
+Kapitalizm altında sendikalar işçi sınıfının en önemli kitle örgütleridir. Sendikaları yeniden mücadeleci kitle örgütleri düzeyine**SETHİNE** yükseltmek, mevcut sorunları bahane ederek sendikalardan kaçmakla değil, sorunların altında ezilmeksizin**EZİLMEDEN** onları çözmek**HELL ETMEK** üzere mücadeleye atılmakla mümkün olabilir.
+İşçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir. Fakat sınıfın devrimci siyasal örgütlülüğünün sağlanabilmesi için, bu uğurda sınıf hareketi içinde yorulmak bilmeksizin çaba sarfeden ve Marksist teoriyle donanmış**TECHİZ OLUNMUŞ** bir öncü örgütlenmeye ihtiyaç vardır.
+Proletaryanın kurtuluş mücadelesinin devrimci enternasyonalist içeriği doğru kavranıp buna uygun bir mücadele uluslararası düzeyde örgütlenemezse, ulusal düzeyle sınırlı devrimci çabalar sonuçsuz kalacaktır. Yani proleter dünya devrimi bir enternasyonal olmaksızın düşünülemez.
PLATFORMUMUZ
İşçi Sınıfının Hedefi Sınıfsız Topluma Varmaktır**YETİŞMEKDİR**
1-Sosyalizm hedefi ulusal değil, dünyasal bir hedeftir. Keza, sosyalizm için gereken maddi önkoşulların**PİŞ ŞERTLERİN** olgunlaşıp**VARLİQ TAPİB** olgunlaşmadığı sorusu da, tek tek ülkeler bazında**MEQYASİNDA** değil dünya ölçeğinde yanıtlanabilecek**CAVAPLANA BİLECEK** bir içeriğe**MEZMUNA** sahiptir. Çünkü kapitalizm, kendisinden önceki üretim tarzlarından farklı olarak, yerel ya da ulusal düzeyle sınırlı kalmayıp, dünya ölçeğinde yaygınlaşmış ve dünya sıstemi yaratabilmiş bir üretim tarzıdır. Bu bağlamda, insan toplumlarının ayrı ayrı tarihlerini bir dünya tarihine dönüştüren de kapitalizm olmuştur. O halde kapitalizmi tarihsel olarak aşma iddiasını taşıyan sosyalizm de, yerel ya da ulusal ölçekte değil, ancak dünya ölçeğinde örgütlendiği zaman gerçek içeriğiyle yaşanabilecektir. Bu nedenle Stalinizmin yerleştirdiği "tek ülkede sosyalizm" sözde teorisi ve bunun pratik ifadesi olan "ulusal sosyalizm" hedefi, Marksizmden köklü bir sapış**YÖN DEGİŞDİRMEK** ve işçi sınıfının tarihsel çıkarlarıyla örtüşmeyen gerici bir ütopyadır.
2-Komünist toplum, gerek alt gerekse üst aşaması itibarıyla sınıfsız ve devletsiz bir toplumdur. Komünist toplumun alt aşaması olan sosyalizm, özel mülkiyetin ve sınıfların olmadığı, meta üretiminin ortadan kalktığı, devletin tamamen sönümlendiği**İTFA OLUNDUĞU**, üretimin ve sosyal yaşamın tüm alanlarında özgür üreticilerin doğrudan karar verdikleri ve uyguladıkları bir dönem olacaktır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” biçiminde ifade edilebilecek bir bolluğa erişildiğinde ise komünist toplumun üst evresine ulaşılmış olacaktır.
Proleter Dünya Devrimi
3-Ne var ki, böylesi bir topluma ulaşmak hiç de kapitalist toplumun evrimiyle**TEKAMÜLÜ İLE** gerçekleşmeyecektir. İnsanlığın sınıflı toplumların yarattığı sömürü ve baskılardan kurtuluşu, kendi kendisinin efendisi olabilmesi, doğayı kapitalizmin yıkıcı etkisinden kurtarıp uzun vadeli çıkarlarıyla uyumlu biçimde egemenliği altına alabilmesi, kısacası özgürlüğe kavuşabilmesi ancak sosyalist bir dünya devrimiyle mümkün olacaktır. Bu evrensel**CEHANİ** özgürlüğe giden yolu açmak, işçi sınıfının tarihsel görevidir. Çünkü, insanlığı bir yıkıma sürükleyen uluslararası kapitalizme son verebilme yeteneğine ve olanaklarına sahip gerçekten devrimci tek sınıf proletaryadır.
4-Kapitalizm uluslararası işbölümüne dayanan organik bir dünya sistemidir. Kapitalist sistemi nihai ve geri dönüşsüz olarak yıkacak darbe yerel ve tekil değil, ancak evrensel ve genel olabilir. İşçi sınıfının devrimi bir dünya devrimidir. İşçi sınıfının egemenliği, sınıfın tarihsel eylemiyle**AMİL OLMAĞİ İLA** yarattığı sovyetler iktidarında somutlandığından**MAHSUS OLMAĞİNDAN**, uluslararası ölçekte işçi iktidarının kurulması da, “Dünya Sovyetler Cumhuriyeti”nin oluşumunda ifadesini bulabilir.
5-Nasıl ki dünya kapitalist sistemi ulusal kapitalizmlerin aritmetik**BİR TÜR REQEMLER DİZİSİ** bir toplamı değilse, proleter dünya devrimi de tek tek ülkelerdeki devrimlerin aritmetik bir toplamı olmayacaktır. Dünya devrimi, ardı ardına gelen patlamalarla gelişen ve çeşitli ülkelerde gerçekleşen devrimlerin diğerlerini tetikleyeceği**HAZİR ELEDİGİ** organik ve bileşik**MÜREKKEB** bir süreçtir. Tek tek ülkelerdeki devrimlerin arasına uzun fasılalar girdiğinde, yalnız kalan işçi iktidarlarının uzun yıllar boyunca yaşayabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, tek bir ülkede işçi sınıfının iktidara gelmesi mümkün olsa bile, onun temel görevi, işçi sınıfının enternasyonalist devrimci güçlerinin yeni ve kalıcı bir atılımı için hazırlanmak olmalıdır.
6-Dünya proleter devriminin ilerleyebilmesi ve işçi iktidarlarının yaşayabilmesi için, esas olarak ileri kapitalist ülkelerde peşpeşe kazanılan zaferlere ihtiyaç vardır. Kapitalizm özellikle ana merkezlerinde vurulmadıkça nihai yenilgiye uğratılamaz. Çelişkilerin**TENAQÜZLERİN** daha keskin ve denge**MÜVAZİNE** olanaklarının daha kısıtlı olması nedeniyle azgelişmiş ülkelerde devrimlerin patlak verme ihtimali güçlüyse de, Rus Devrim deneyiminin de gösterdiği gibi, belirleyici faktör ileri ülkelerde kazanılacak başarılardır. Bu nedenle, azgelişmiş ülkelerdeki devrimlerin ve devrimci hareketlerin öneminin abartılması**QABARTİLMAQİ** ve ileri ülkeler proletaryasının devrimci potansiyeline karşı genel bir güvensizlik ve horgörü**XOR BAXMAQ** beslenmesi işçi sınıfının uluslararası mücadelesine zarar verir.
Kapitalizmden Komünizme Geçiş Dönemi:
Proletarya Diktatörlüğü Dönemi
7-İşçi sınıfı hareketinin hedefi olan sınıfsız ve devletsiz devletsiz bir topluma (komünizme) ulaşmak için, yani kapitalist toplumun gerçekten ve tümüyle aşılabilmesi için bir geçiş dönemine ihtiyaç vardır. Nitekim**NECE Kİ** bugüne kadarki insanlık tarihinin görebileceği en büyük toplumsal dönüşüm bir anın ya da bir günün ürünü olarak değil, eski mülk sahibi sınıfların direncinin**DAYANMASİNİN** tamamen kırılacağı, sınıflı toplumların insanlığa bulaştırdığı tüm pisliklerin temizleneceği, sınıflarla birlikte sınıfsal ve her türlü (ulusal, cinsel, ırksal, dinsel vb.) ayrımcılığın da kökünün kazınacağı bütün bir tarihsel dönemin ürünü olarak gerçekleşebilir ancak. Sınıflı toplumdan sınıfsız topluma, devletten devletsizliğe böylesi bir geçiş dönemi, ancak proletaryanın doğrudan siyasal egemenliği altında gerçekleşebilir. Bu nedenle anarşizmden farklı olarak Marksizm bu döneme proletaryanın devrimci diktatörlüğünün denk**YERİNE** düştüğünü savunur.
8-Geçiş dönemi, işçi sınıfının siyasal iktidarının kurulmasından sınıfsız ve devletsiz toplumun ilk aşaması olan sosyalizme kadar süren devrimci toplumsal dönüşümler dönemidir. Proletarya diktatörlüğü geçiş döneminin olmazsa olmaz koşulu ve temel aracıdır. Bu dönem geçmişten geleceğe doğru dinamik bir tarihsel harekettir, geçmiş sınıflı toplumların ve geleceğin sınıfsız toplumunun kimi öğelerini**ÜNSÜRLERİNİ** içinde barındırır**SİĞİNDİRİR**. Bu nedenle geçiş dönemi ancak geçmişe ve geleceğe referansla**MÜRACİETLE** tarif edilebilir. Geçiş döneminin ekonomik işleyişi, sovyetler biçiminde örgütlenmiş proletaryanın aşağıdan yukarıya istemlerini, önerilerini, katılımını yansıtan tarzda merkezileştirilmiş bir planlamaya dayanmalıdır. Üretim ancak bu sayede, toplumsal ihtiyaçları karşılayacak kullanım değerlerinin üretildiği bir sürece dönüştürülebilir.
9-Kapitalizmin bir dünya sistemi olması nedeniyle onu tasfiye edecek toplumsal dönüşümlerin kapsamı da ulusal değil, dünya ölçeklidir. Bu nedenle kapitalizmden komünizme geçiş dönemi gerçek anlamına, ulusal değil uluslararası düzeyde kavuşabilir. Geçiş dönemi dünya devriminin ilerleyişinden bağımsız olarak düşünülemez ve ancak dünya ölçeğinde tamamlanabilir. Uzunca bir süre tek ülkeye hapsolduğu taktirde devrim ve geçiş dönemi sona erer. Bir başka deyişle, tek tek ülkelerde kurulan birbirinden yalıtık proletarya iktidarlarıyla geçiş döneminin ulusal ölçekte tamamlanabileceğini düşünmek, tek ülkede sosyalizmin olanaklılığını iddia etmekle aynı şeydir.
10-İşçi devleti ya da proletarya diktatörlüğü kapitalizmden komünizme geçiş döneminin siyasal biçimidir ve egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya demektir. Tarihte ilk kez sömürülen çoğunluğun sömürücü azınlığa karşı uyguladığı bu diktatörlük altında böylece devlet kavramı da klasik anlamını yitirir. İşçi devleti, devletten devletsizliğe geçişi temsil eden bir “yarı-devlettir”. İşçi sınıfının kendi öz iktidarı altında artık üreten yöneten**CEHET VEREN** ayrımı da tarihsel olarak son bulur.
11-İşçi sınıfı siyasal iktidarı ele geçirdiğinde, üretim araçlarını kendi yarı-devletinin mülkiyeti altına sokarak kapitalizmi tasfiye etmeye girişir. Ama bunu yapmakla, kendisi de dahil tüm sınıf yapılanmalarını, farklılıklarını ve karşıtlıklarını ortadan kaldıracak yolu döşemiş olur. Böylece, bir zamanlar toplumun sınıflara bölünmesine bağlı olarak tarih sahnesine çıkmış bulunan devletin de ölüm çanları**ZENGLERİ** çalınır.
12-Bir ülkede iktidara gelen proletarya, bu hedefler doğrultusunda toplumsal dönüşümleri başlatmakla yükümlüdür. Fakat kapitalizmin tasfiyesi, ulusal değil ancak uluslararası ölçekte başarılabilecek bir iştir. Bu nedenle, devrimci hedefleri ulusal ölçekle sınırlamak devrimi öldürücü bir tutumdur. Çünkü işçi devleti tek ülkenin sınırları içinde uzun süre yaşayamaz ve ancak dünya ölçeğine genişlediği ölçüde sönümlenebilir**YERİNE YETİRİLE BİLİR**. Dolayısıyla**MÜNASİBETİ İLE** proletarya iktidarının tarihsel çıkarı ve zaferinin yegane garantisi, dünya devriminin ilerletilmesinde, yani devrimin sürekliliğindedir.
13-Proletarya diktatörlüğü döneminde de, proletaryanın yol gösterici bir siyasal güce, sınıfın organik bir parçası olan ve parti olarak örgütlenmiş öncü gücüne gereksinimi devam eder. Çünkü partinin önderliği olmadığında, Sovyet tipi örgütlenmelerin sonunda çeşitli burjuva ve küçük-burjuva siyasal akımların elinde işlevsizleşmesi**FAYDASİZ OLDUĞU** kaçınılmazdır. Ancak parti iktidar aygıtı**CİHAZİ** değildir ve sovyet egemenliği partinin egemenliğine indirgenemez. Sovyet egemenliğini tek parti diktatörlüğü olarak kavramak, sovyetlerin tarihsel işlevini ve gerekliliğini hiç kavramamış olmak anlamına gelir.
14-İsterse işçi devleti olsun, devrimci Marksistler açısından "devlet", varılmak istenen hedefe ulaşmak için zorunlu bir araçtır. O nedenle aracın amaçlaştırılmasına ya da Marksizmin "devlet" ve "diktatörlük" hayranı bir dünya görüşü olarak bayağılaştırılması**BEST VERİLMESİ** anlamına gelecek yaklaşımlara**YAXİNLAŞMALARA** kesinlikle karşı çıkmak gerekir. Sosyalizmin proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirilmesi**AYNİ OLMASİ** ve devletli bir toplum olarak sunulması Stalinizme ait bir tahrifattır.
Bürokrasili İşçi Devleti Olmaz!
15-İşçi devletinde bürokrasinin temel dayanağı ortadan kalkar, kamu**ÜMÜM** işlerinin yürütümü basitleşip ucuzlar. Marksizmin, “bürokrasinin kaldırılması”, “bürokrasisiz bir devlet” kavramıyla kastettiği şey, görevli ve uzman gereksiniminin**İHTİYACİNİN** son bulması değil, kamu işlerinin bürokratik tarzda örgütlenmesine son verilmesidir.
16-Bürokrasi aslında, sömürülü sınıflı toplumlarda azınlığın çoğunluk üzerindeki egemenliğinden kaynaklanır. Kapitalist toplumda devlet, bürokratik aygıtlardan oluşan, karmaşık ve pahalı bürokrasiye dayanan bir devlettir. Oysa**YOXSA** daha baştan bir yarı-devlet niteliğini taşıyan işçi iktidarı altında, kamu işlerinin organizasyonu ve yürütümü kökten farklı olmak durumundadır. Bu tarihsel farklılığın en ayırt edici göstergesi**NEMUDARİ**, işçi devletinin bürokrasisiz bir devlet olması, yani işçi sınıfının kendisini doğrudan demokrasi olarak örgütlemesidir. Konseyler, sovyetler biçiminde örgütlenmiş işçilerin doğrudan demokrasisine dayanmayan ve onların fiili egemenliğini yansıtmayan bir iktidar kendisine ne ad verirse versin, gerçek bir işçi devleti olamaz. İşçi demokrasisi işçi devletinin olmazsa olmaz koşuludur
17-Burjuva devletin, devlet işlerinin yürütümünde ihtisaslaşmış bürokrasiye, bürokratik bir aygıta dayanması, burjuvazinin egemen ve yönetici sınıf konumunu**MOQEİYETİNİ** değişikliğe uğratmaz. Fakat, işçi devrimini takiben üretim araçlarının devletleştirildiği koşullarda durum niteliksel olarak tamamen farklıdır. Çünkü proletaryanın siyasi ve iktisadi egemenliği birbirinden kopartılamaz. Eğer devrimci işçi iktidarının ekonomik ve sosyal temelinin henüz yeterince güçlü olmaması nedeniyle pratikte ortaya bürokrasili bir devlet çıkarsa, bu koşul altında mülkiyet devlete, devlet de bürokrasiye ait olur. Bu durumda bürokrasi tarafından siyasi iktidardan uzaklaştırılmış proletarya (burjuvazi gibi özel mülkiyete dayanan bir sınıf olmadığından) artık devlet mülkiyeti üzerindeki tasarruf hakkını da, yani iktisadi egemenliğini de yitirir. Böylece, devlet mülkiyeti üzerinde tasarruf hakkını ele geçiren bürokrasi, tüm üretimin yönetimini de eline alacağı için, iktisaden de egemen konumda olacaktır. O takdirde işçi sınıfı egemenliğini yitirecek, bürokrasi ise egemen sınıf, yönetici sınıf konumuna yükselecektir.
Devlet Mülkiyeti ve Toplumsal Mülkiyet Aynı Şey Değildir
18-Her başarılı proleter devrimin ilk plandaki görevi olan, üretim araçlarını devletleştirme işlemi**ENCAM VERMEGİ** ulusal ölçekte başlamış olsa bile, üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaşması uluslararası ölçekte gerçekleşebilir. Bir başka deyişle, proletarya diktatörlüğü döneminde devlet mülkiyeti, henüz gerçek anlamda toplumsal mülkiyet (yani tüm toplumun mülkiyeti) değildir. Devlet mülkiyeti burada da, tıpkı**TAMAMİLA,AYNİ** diğer sınıflı toplumlarda olduğu gibi egemen sınıfın (ama bu kez proletaryanın) fiili**HAZİRDAKİ** ortak mülkiyeti anlamına gelir. Proletaryanın devlet mülkiyeti toplumsal mülkiyete giden yolda önemli bir adımdır, ama sadece bir adımdır.
19-Üretim araçlarının mülkiyetinin herhangi bir dolayım olmaksızın, doğrudan toplumsallaşması, sınıfsız toplum düzenine ilişkin bir olgudur. Üretim araçlarının toplumsal karakterinin**XUSUSİYETİNİN** tam olarak kendini ortaya koyması, ancak proletarya diktatörlüğü döneminin tarihsel işlevini dünya ölçeğinde tüketmesiyle gerçekleşebilir. Bir başka deyişle, üretim araçlarının tüm dünya insanlarının hizmetine koşulacağı bir toplumsal düzenleme, ancak ve ancak dünya kapitalist sisteminin kesin olarak son bulduğu, ulusal sınırların ortadan kalktığı bir dünyada mümkün olabilir.
20-İşçi iktidarı altında sınıfsız topluma geçişe köprü oluşturabilmesi nedeniyle bir kazanım olarak değerlendirebileceğimiz “devlet mülkiyeti” asla kendi başına bir amaç oluşturamaz. Kapitalizm altında üretim araçları üzerindeki mülkiyetin biçimi –devlet ya da özel– sömürüye dayanan kapitalist üretim ilişkilerinde bir değişiklik yaratmaz ve işçi sınıfının bu ilişkileri sonlandırma mücadelesinde ona bir kolaylık, bir dayanak noktası sunmaz. Küçük-burjuva sosyalizminin “devletçilik” ve “devlet mülkiyeti” sorunundaki yanılgıları**XETALARİ** nice haklı eleştiriye**TENQİDE** konu olmuştur ve Marksizmin bu konuda küçük-burjuva sosyalizmine yönelttiği teorik eleştiriler her daim canlı tutulmalıdır.
SSCB ve Diğer Bürokratik Rejimler
21-Ekonomik ve kültürel açıdan geri bir köylü ülkesi olan Rusya'da sıkışıp kalan işçi devleti, Stalin önderliğindeki bürokrasinin çeşitli aşamalardan geçerek yürüttüğü bir karşı-devrim sonucunda yıkılmıştır. Bu sürecin önemli dönüm noktaları şunlardır: Bürokratik yozlaşma**TEREDDÜD** süreci (1921-24), bürokratik karşı-devrim süreci (1924-28) ve despotik**MÜSTEBİD**-bürokratik diktatörlüğün pekişmesi**SETLEŞMESİ** süreci (1928-36).
22-Parti ve devlet kademelerinde egemenliğini kuran Sovyet bürokrasisi, bir bürokratik kast oluşturmanın ötesine geçerek, yükselen bir sınıf olmuştur. Devletleştirilmiş üretim araçları üzerinde kolektif olarak tasarruf hakkına sahip olan Sovyet bürokrasisi, bu maddi temele dayanarak egemen sınıf niteliğine yükselmiştir.
23-İşçi sınıfının politik iktidarının gasp edildiği, üretim sürecindeki yönetici pozisyonuna son verildiği, çalışma rejiminin işçilerin özgür iradesi yerine devletin bürokratik komuta**FERMANDEHLİQ** sistemine dayandığı bir durumda, Sovyet proletaryasının tarihsel kazanımlarının korunduğundan söz etmek olanaksızdır.
24-“Ulusal sosyalizm” anlayışının Ekim Devriminin ülkesinde iktidar olması, II. Dünya Savaşı sonucunda Sovyet nüfuz alanı içinde kurulan devletlerin ve ulusal kurtuluş mücadelesi temelinde gelişen devrimlerin kaderini de belirlemiştir. İster Kızıl Ordunun müdahalesiyle isterse bir ulusal kurtuluş devrimiyle kurulmuş olsunlar, bunların tümü Stalinist bürokratik devletin bir benzeri olarak yaşama gözlerini açan despotik-bürokratik devletlerdir ve bir proleter devrimin ürünü**MEHSULU** değildirler.
Stalinizm
25-Stalinizm egemen bürokrasinin sınıf çıkarlarını yansıtan ideolojik-politik-örgütsel çizginin**XETTİN** adıdır. Kaba**QABARİQ** tutarsızlıklar, inanılmaz zigzaglarla dolu olsa da, bu çizginin temelinde tüm Stalinistlerin ortak olarak savunmakta duraksamadıkları “ulusal çıkarlar” anlayışı yatmaktadır. Bu yüzden Stalinizm, dünya işçi sınıfının enternasyonal mücadelesini zayıflatan ve Marksizmin özüne tamamen aykırı**MÜQAYİR** düşen bir ideolojidir. Nasıl ki bürokratik diktatörlük işçi devletinin karşı-devrimci inkârıysa, Stalinizm de aynı şekilde Leninizmin inkârıdır. 1917 Ekim Devrimiyle hayata gözlerini açan işçi iktidarı ile bu iktidara son verip egemen olan Stalinist rejim arasında, nice**ÇOX** Bolşevik önder ve militanın kanıyla boyanmış bir karşı-devrim süreci uzanmaktadır.
26-Totaliter bir rejim, her ne kadar diktatörün oldukça “şahsi”leşmiş egemenliği ile karakterize oluyorsa da, bu tür bir siyasal biçimlenme hiçbir zaman rejimin özünü ve sınıf diktatörlüğünün niteliğini göz ardı etmeyi haklı kılmaz. Sorun, tarihte birtakım olayların sonucu olarak Stalin diye bir kişinin ortaya çıkıp despot kesilmesi değildir. İncelenmesi gereken tarihsel olgu, kişi olarak Stalin değil, Stalinizmdir. Stalin bürokratik karşı-devrimin ve despotik bürokratik rejimin kuruluş sürecinin lideri olmasıyla sivrilen**QATE OLAN** bir tarihsel şahsiyet olduğundan, kaçınılmaz olarak bu yeni rejime de ismini armağan etmiştir.
27-Sosyalizmi etatizm (devletçilik) ile özdeşleyen Stalinist ideolojiye göre, iktisaden geri ülkelerde Sovyet devleti ile iyi geçinen ulusal kurtuluşçu burjuva ya da küçük-burjuva bir iktidarın “devletçilik” yolunu tutmuş olması, onun “sosyalist” olarak adlandırılmasına yetmiştir. Cezayir, Yemen, Somali, Angola, Mozambik, Afganistan, Etiyopya, Nikaragua gibi ülkelerde var olan rejimlerin “sosyalist” olarak adlandırılması, sosyalizm kavramının ne denli ayaklar altına alındığının yeterli ipuçlarını vermektedir.
Despotik-Bürokratik Rejimlerin Özellikleri
28-Tarihte üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan Batı tipi sınıflı toplumlarla, üretim araçlarının devlet mülkiyeti altında bulunduğu eski Asyatik sınıflı toplumlar (tarihsel bir kategori**MEQULE** olarak Asyatik üretim tarzı) arasındaki ayrımın odak**KANUN** noktasında devlet sorunu yer almaktadır. Birinci gruba giren toplumsal biçimlenmelerin tümünde, devlet toplum karşısında ne denli "bağımsız" bir görünüme bürünürse bürünsün, son tahlilde iktisaden egemen olan sınıfın, yani üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip bulunan sınıfın devletidir. İkinci grupta yer alan toplumsal biçimlenmede ise, iktisadi alanla siyasi alan iç içe geçmiş ve egemenlik sorunu "devletin sahipliğinde" somutlanmış olmaktadır. Temel üretim araçları üzerindeki mülkiyetin egemen eğilim**TEMAYÜL** olarak devlet mülkiyetine dayandığı toplumsal biçimlenmede, devleti yani siyasal erki elinde tutan, iktisadi erki de elinde tutacaktır. Böyle bir durumda, devleti mülk edinme konumu, iktisadi açıdan egemen olanı belirleyecektir.
29-Batı gelişme çizgisinde ortaya çıkan sınıflı toplumlarda (köleci, feodal, kapitalist), egemen sınıfa bağımlı toplumsal bir tabaka olarak kalan bürokrasinin, bağımsız bir sınıf oluşturabildiğine dair tarihsel örnekleri bize yalnızca eski Asyatik Doğu toplumları sunmaktadır. 20. yüzyılın despotik-bürokratik rejimleri ise, kuşkusuz eski dönemlerde olduğu gibi Asyalı tarım**EKİNÇİLİK** komünleri üzerinde yükselmemiş, modern çağın üretici güçler düzeyine yetişmeye çalışan ulusal bir sanayileşme hamlesinin üzerinde biçimlenmiştir.
30-Despotik-bürokratik rejimlerde, bürokrasi devleti mülk edinmiştir. Bu nedenle bu bürokrasi, siyasal ve iktisadi açıdan erkin sahibi bulunan, egemen bir sınıftır. Toplumdan bağımsızlaşarak toplumun tepesine çöreklenmiş**HALQA VURMUŞ**, örgütlü kolektif bir gücü temsil etmektedir. Özel mülk sahibi varlıklı sınıfların bulunmadığı bürokratik rejimde, devlet mülkiyeti üzerinde kolektif egemenliğe sahip olan bürokrasi, proletaryanın toplumsal artı-emeğine el koyan, onu sömüren egemen bir sınıftır. Yani, bürokratik rejimde kapitalizme özgü**MEXSUS** artı-değer sömürüsü olmasa da, artı-emeğin sömürüsü vardır ve bu rejimler sömürülü toplumlar sınıflaması içinde yer alırlar.
31-SSCB gibi kapitalist işleyişin tasfiye edildiği bürokratik kumanda ekonomisinde üretici kaynakların dağılımı, piyasa**BAZAR** ekonomisinin hareket yasalarına (sermayenin piyasada en yüksek kârı elde etmeyi amaçlamasında ifadesini bulan yasalar) göre değil, egemen bürokrasinin tercihlerini yansıtan bir merkezi plana göre gerçekleşir.
32-Bürokratik diktatörlük altında “işçi”, ne kapitalizmde olduğu gibi “özgür” bir ücretli emekçidir; ne de tüm varlığıyla efendisine ait olan bir “köle”dir. Onun işgücünün kullanım hakkı devlete aittir ve de o bunun karşılığında, yine devlet tarafından belirlenen “ücret” görünümünde bir pay alır.
33-Despotik-bürokratik rejim, kapitalist üretim tarzının dünyadaki hakimiyeti karşısında, kendi temelleri üzerinde gelişme potansiyeli taşıyan, tarihsel açıdan dayanıklı ve uzun ömürlü bir sosyo-ekonomik formasyon değildir. Bu rejimler, insan topluluklarının tarihsel evrim sürecinde kapitalizmi aşan yeni bir üretim tarzı da olmadıklarından, bu anlamda “kapitalizm sonrası toplumlar” olarak da nitelenemezler. Despotik-bürokratik rejim, içinde yer aldığı tarihsel çağ ve tarihsel koşullar bakımından düşünülürse gerçek bir garabettir. Modern sanayi çağında dünya kapitalizmiyle kuşatılmış**TECHİZ OLUNMUŞ** bulunan despotik-bürokratik rejim, kendine özgü karakteriyle (sui generis) geleceği olmayan bir sosyo-ekonomik fenomendir.
Emperyalizm ve Emperyalizme Karşı Mücadele
34-Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm, mali sermayenin dünya çapında egemenliğine dayanır. Günümüzde kapitalizmin yeni ya da farklı bir evresiymiş gibi sunulan küreselleşme, gerçekte uluslararası bir sömürü sistemi olan emperyalizmden başka bir şey değildir. Uluslararası işbölümü temelinde eşitsiz fakat bileşik gelişen ve eşitsizliği içinde karşılıklı bağımlılığı yeniden ve yeniden üreten kapitalist dünya sistemi, içinde bütün kapitalist ülkelerin yer aldığı hiyerarşik**MEQAM SİRASİ** bir piramit**HEREM** gibidir. Bu piramidin zirvesinde, mali açıdan güçlü metropol kapitalist ülkeler, tabanında az gelişmiş kapitalist ülkeler, bu iki küme**QURUP** arasında da orta gelişkinlik düzeyindeki kapitalist ülkeler yer alır.
35-Emperyalizm tekelci**İNHİSARCİ** rekabet üzerinde yükselir. Kapitalist gelişimin diyalektiği içinde, tekel ve rekabet birbiriyle diyalektik ilişki içinde bir bütünsellik oluşturur. Rekabet tekeli doğurur; rekabetin tekel yoluyla aşılması**SİRAYET ETMESİ** onu ortadan kaldırmaz. Tersine, tekelin oluşumu, bir üst düzeyde rekabeti, yani tekeller arasındaki rekabeti yaratır.
36-Kapitalizmin sömürgecilik dönemine özgü yayılmacılık eğilimi ile, mali sermaye egemenliğine dayanan emperyalizm döneminin genel eğilimini birbirinden ayırdetmek gerekir. Kolonyalizm (sömürgecilik), siyasal bağımsızlıktan yoksun kılınmış sömürgelerden oluşan bir sömürge imparatorluğu kurmak anlamına gelir. Kapitalizmin emperyalizm çağı ise en güçlü mali sermaye gruplarının dünya ölçeğinde oluşturdukları nüfuz alanlarına dayanır.
37-Emperyalizm çağında siyasal bağımsızlığa sahip, yani kendi ulus-devletini kurmuş az ve orta derecede gelişmiş kapitalist ülkeleri sömürge ya da yarı-sömürge kavramlarıyla ifade etmenin hiçbir Marksist gerekçesi yoktur. Sömürge kavramı, siyasal bağımsızlıktan yoksun olan ve siyasi-hukuksal statüsü**POZİSİONU** bakımından metropol ülkeye bağlı ülkeleri anlatır. Keza, yarı-sömürge kavramı da ancak tam sömürge statüsüne oranla**NİSBETLE** bir anlam ifade edebilir. Günümüzde siyasal bağımsızlığını kazanmış az gelişmiş kapitalist ülkelerin emperyalist metropollere ekonomik açıdan bağımlı olmalarının kapitalizmin geçmiş döneminin sömürge ya da yarı-sömürge statüsüyle bir ilişkisi yoktur.
38-Günümüzde büyük mali-sermaye gruplarının temsilcisi emperyalist ülkeler, siyasal bağımsızlığa sahip ülkelere bile boyun eğdirmekte, onların iç işlerine karışmakta, çeşitli diplomatik, mali ve askeri dayatmalarla kendi oligarşik çıkarlarını korumaya çalışmaktadırlar. Emperyalizm, sömürgecilik ya da yeni-sömürgecilik sistemi olmayıp bir mali tahakküm ve finans-kapitalin evrenselleşmiş sömürü sistemidir.
39-Emperyalizm döneminde ekonomik bağımlılığın, “yeni-sömürgecilik”, “yeni-sömürge” gibi kavramlarla hala sömürgecilik temelinde açıklanmaya çalışılması proletaryanın siyasal mücadelesi açısından tamamen bilinç bulandırıcı bir tutumdur. Çünkü böylece kapitalist sistemden bağımsızlık sorunu, sistemden gerçek bir kopuş yerine bir çeşit ulusal bağımsızlık istemine indirgenmiş olur. Böylesi bir tutum, ulus-devlet içindeki milliyetçi ve gerici burjuva güçlerin sahte bir anti-emperyalizm söyleminin ardına sığınarak işçi sınıfının mücadelesini paralize etmesine de fırsat vermektedir.
40-Özü küçük-burjuva milliyetçiliği ve besin**TEĞZİYE QAYNAĞİ** kaynağı ulusal kalkınmacılık olan Üçüncü Dünyacılık, gerçekte geri ülkelerdeki yerli burjuvazinin çıkarları uğruna, işçi hareketinin çıkarlarının feda edilmesi anlamına gelir. Üçüncü Dünyacılık, az gelişmiş ülkelerdeki devrimci hareketleri dünya devriminin merkezine yerleştiren “sol” kanadından, tam bir yabancı düşmanlığı ve ırkçı bir milliyetçiliğe varan sağ kanadına kadar uzanan geniş bir yelpaze**YELPİK** oluşturur. Bu ülkelerde burjuva güçler, siyasal bağımsızlığın kazanılmış olmasına rağmen “ezilen ulus” şablonunun**BELİRLEMESİNİN** ardına sığınarak bilinç bulandırmaktadırlar. “Üçüncü Dünya” ülkelerinin “ulusal bağımsızlık hakkı” adına bu tür siyasi akımların hoş görülmesi ya da desteklenmesi, bu ülkelerdeki işçi mücadelesini yerli burjuvazinin yedeği konumuna sokar.
41-“Ezilen ulus-ezen ulus” ayrımı ulusal soruna dair bir ayrımdır. Siyasal olarak bağımsızlığına ulaşmış, yani kendi ulus-devletini kurmuş bir ulusun hala “ezilen ulus” olarak nitelenmesi doğru değildir. Çünkü ulusal sorunun çözümlendiği yerde “ezilme” kavramı artık çok daha net**SERİH** bir biçimde burjuvaziyle proletarya arasındaki temel karşıtlıkta ifadesini bulur. Emperyalist hiyerarşide tepede yer alan ülkelerle daha altta yer alan ülkeler arasındaki burjuvaca çekişmelerin, “ezen ülke-ezilen ülke” ayrımı temelinde öne çıkartılması işçi sınıfının mücadelesine büyük zarar verir. Çünkü bu tür siyasi tutumlar, işçi sınıfının dikkatinin sınıf mücadelesinden “ulusal çıkarlar” düzeyine kaydırılması**MÜNHERİF ETMESİ** şeklindeki milliyetçi yaklaşımları besler.
42-Emperyalizm çağında hiçbir ulus-devlet ekonomik ilişkiler bağlamında diğer ulus-devletlerden yalıtık ve bağımsız değildir. Dünya kapitalist sistemine entegre**BİR BÜTÜNÜ BİR QRUPA OLAŞTİRAN** olmayan bir kapitalist ülke yaşayamaz. Bu nedenle, geçmişte sömürge ve yarı-sömürge olan ülkelerde siyasal bağımsızlığı kazanmanın yanısıra emperyalist metropollerden ekonomik bakımdan da bağımsız bir kapitalist işleyişin olabileceğini propoganda etmek, gerici bir ütopyadır.
43-Anti-kapitalist mücadeleden bağımsız bir anti-emperyalizm söylemi, ulusalcılığı savunan burjuva ve küçük-burjuva siyasetlerin göz boyamacılığıdır. Emperyalizme karşı mücadeleyi ülke içinde kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmeyen ve böylece emperyalist-kapitalist işleyişe gerçek anlamda cephe almayan bir siyaset, işçi sınıfının devrimci statejisi açısından anti-emperyalist değildir. İşçi sınıfını yalnızca yabancı kapitalist kuruluşlara karşı öfkelendirip**QEZEBLENDİRİB**, kendi yerli burjuvalarına –yani bizzat onları sömüren patronlarına– daha dostane duygularla donatan siyasal akımlar, işçi mücadelesini zayıflatan etkenlerin**MÜESSİR AMİLLERİN** başında gelir. Keza, işçi sınıfını bir bütün olarak kapitalist sisteme karşı mücadele ruhuyla doldurmayıp, onu yalnızca kapitalist seçenekler arasında taraf tutmaya yönelten –AB’ye katılmış bir Türkiye kapitalizmi mi; yoksa katılmamış bir Türkiye kapitalizmi mi biçiminde örnekleyebileceğimiz– sözde bir anti-emperyalizmin de Marksist tutumla bir ilgisi yoktur. Benzer şekilde günümüzde küreselleşme karşıtlığı adı altında kendi ulus-devletini savunan tutumların da Marksizmle bir ilişkisi yoktur.
Sürekli Devrim
44-Emperyalizm çağında işçi sınıfının siyasal iktidar hedefini, proleter devrim için olgunlaşmış ve olgunlaşmamış**MÜHEYYA OLUNMUŞ** ülke ayrımı temelinde somutlamanın anlaşılabilir ve onaylanabilir**TEYİD OLUNA BİLİR** bir yanı yoktur. Proletaryanın zaten bağımsız bir rol oynayamayacak denli cılız olduğu istisnai gerilikteki bazı ülkeler bir yana bırakılacak olursa, aslında tüm ülkeler için işçi iktidarı mümkün ve savunulması gereken hedeftir. Bu hedefin önüne dikilecek farklı siyasal iktidar aşamaları anlayışı, devrimin yenilgisine çıkartılmış bir davetiye olmaktan başka bir anlama gelmeyeceği için reddedilmelidir. Ancak iktidar mücadelesinde işçi sınıfının, her bir ülkenin özgül koşullarına göre belirlenen bazı özgül talepleri olacaktır. Ama bu talepler her durumda geçişsel bir niteliğe kavuşturularak, işçi sınıfının siyasal iktidarı zaptetmesine köprü oluşturabilecek tarzda ileri sürülmelidir.
45-Küçük-burjuva sol iktidarlar ya da proletarya hegemonyası altında gerçekleşmeyen sözde devrimci koalisyonlar**ETİLAFLAR**, son tahlilde burjuva işbirliğiyle sonuçlanır. Tarihsel deneyimlerin kanıtladığı üzere, emperyalizm çağında demokratik dönüşümlerin de, kapitalizmi tasfiye edecek sosyalist dönüşümlerin de üstesinden gelebilecek devrim proleter devrimdir.
46-Başlamış olan bir toplumsal devrimi, ulusal ölçekte durdurmaya, dondurmaya, yerel sınırlara hapsetmeye çalışma eğilimi ise, küçük-burjuva devrimciliğinin karakteristik özelliğidir. Bu nedenle, devrim ancak işçi iktidarı sayesinde sürekli kılınabilir. Gerillacılık vb. gibi hareketler ne denli radikal görünürlerse görünsünler, küçük-burjuva devrimcisi bu tür siyasal yapılanmalara dayanan iktidarlar altında devrimler “ulusal kalkınmacılık” çizgisinden öteye geçemezler.
Emperyalist Savaşlar ve Marksist Tutum
47-Emperyalist tekeller arasındaki rekabet ve paylaşım mücadelesi her zaman “barışçıl” bir politika temelinde yürümez. Hegemonya mücadelesi temelinde birbirleriyle kozlarını paylaşmaya girişen emperyalist güçler arasında gerginleşen ekonomik, siyasal, diplomatik ilişkiler yansımasını askeri alanda buluverir. Dünyanın yeniden paylaşılması için yürütülen emperyalist savaşlar, bu paylaşıma eşlik eden şiddet politikası, yükselen militarizm emperyalizm çağının ayırdedici özellikleridir. Emperyalizm, dönek Kautsky’lerin iddia ettiği gibi sermayenin arzu edilmeyen arızi bir saldırgan dış politikası değil, çağdaş kapitalizmin bizzat özü, ta kendisidir.
48-Günümüzde liberal solun savunduğu Kautskyci eğilim, mali sermaye grupları arasındaki uluslararası griftleşmenin**ÇARPAŞİQ KİLİDLENMEK** artış eğiliminden, artık barışçı bir kapitalizm döneminin açılmakta olduğu sonucunu çıkartır. Bu yaklaşım, tekelci birliklerin giderek tek bir dünya tröstü**TRAST** yaratacağı ve böylece rekabet ve bunalımları ortadan kaldıracağı yolundaki "ultra-emperyalizm" çözümlemesinden türetilir. Bugün bu eğilim dünya burjuvazinin küreselleşme propagandasından etkilenen liberal solun globalizm yandaşlığında somutlanıyor. Oysa ki orijinleri**KÖKLERİ** farklı ülkelerde olan büyük sermaye grupları uluslararası alanda birbirleriyle girift ilişkiler içinde olsalar da, bu yine de rekabet içindeki bir birlikteliktir. Dolayısıyla rekabetin kızışması emperyalist ülkeler arasında menfaat çatışmalarını yoğunlaştırır, kendi çıkarlarını koruma temelinde “korumacılık” eğilimlerini besler, birbirlerine karşı farklı bloklaşmaları doğurur ve emperyalist savaşlara yol açar.
49-Günümüzde emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki rekabet ve hegemonya mücadelesinde, herhangi bir nüfuz alanını yeniden paylaşmak amacıyla çeşitli bölgelerde giriştikleri askeri müdahaleler haksız savaşların en tipik örneğidir. Fakat yayılmacı maceralara yalnızca emperyalist ülkeler başvurmaz. Bugün, emperyalistleşmeye çabalayan kapitalist ülkelerin (örneğin Türkiye, Yunanistan, İran ya da Irak**SEDDAM HOSEIN ZAMANINDA** gibi) kendilerine nüfuz alanı yaratabilmek amacıyla kendi bölgelerinde kışkırttıkları savaşlar da haksız savaşlardır. Bu tür savaşlar karşısında takınılacak**DURUM ALACAQ** doğru tutum, diğer ülkenin burjuvazisine karşı “kendi” burjuvazisinin savaşını desteklemek, onunla aynı cephede bir “ulusal” savaş yürütmek olamaz.
50-Öte yandan çeşitli kapitalist ülkeler arasında patlak veren haksız savaşların arkasında yer alan büyük emperyalist güçleri de görmek gerekir. Bunu görmek istemeyenler ve hiyerarşide daha altta yer alan kapitalist ülkelerin gerçekte büyük emperyalist ülkelerin taşeronları**İKİNCİ ŞERİKLERİ** olarak kapıştıklarını kavramayanlar, şu ya da bu kapitalist devleti “ezilen ulus” statüsüne sokmaya teşebbüs ederek işçi sınıfının mücadelesini fena halde sekteye uğratırlar.
51-Kapitalist bir ülkede proletaryanın önünde duran tarihsel hedef, proleter devrimdir. Fakat ulus-devletin kuruluş aşamasını çoktan geride bırakmış kapitalist bir ülkenin yabancı bir devletin işgaline uğraması veya bir toprak ilhakının gerçekleşmesi durumunda da proletaryanın önüne bir çeşit “ulusal sorun” dikilebilir. Böylesi durumlarda devrimci proletaryanın görevi, emekçi kitleleri ulusal bir başkaldırıya iten**İTELEYEN** ortamdan yararlanarak mücadeleye atılan kitlelerin önderliğini ele geçirmek ve bu mücadelenin “ulusal birlik” yanılgısıyla burjuva güçlerin hegemonyasına geçmesini engellemektir. Ancak bu sayede geniş işçi ve emekçi kitlelerin mücadelesinin toplumsal devrime ilerletilmesi mümkün olabilir.
52-Emperyalist paylaşım savaşları yalnızca klasik dünya savaşları biçiminde gerçekleşmez. 20. Yüzyılda iki büyük emperyalist paylaşım savaşı yaşandı. Bunlar kendi dönemlerinin koşullarına özgü birinci ve ikinci emperyalist dünya savaşlarıydı ama sonuncusu olmayacaklar. Diğer taraftan emperyalist dünya savaşlarının yalnızca geçmişte yaşanan biçimiyle algılanması**İDRAK OLUNMASİ**, savaş sorununa yanlış ve yetersiz bir yaklaşım olur. Emperyalist savaşın biçiminin ve kapsamının ne olacağı tali bir sorundur. Önemli olan, yaşanan savaşın özü, onun hangi politikaların devamı olduğudur. Çeşitli emperyalist güçler, kendi aralarındaki kozları paylaşmak üzere, geliştirdikleri en modern ve en ürkütücü silahları kullanarak dünyayı bugünde büyük bir savaş cehennemine döndürebilirler.
53-Proletarya, birbirleriyle boy ölçüşmek üzere karşı karşıya gelen kapitalist ülkelerden hangisinin savaştan daha avantajlı çıkacağı temelindeki bir hesaplaşmada taraf olamaz. Böyle bir savaşı yürüten kapitalist ülkeler proleterleri açısından sorun, “kendi” burjuva hükümetlerinin yenilgisini**MEĞLUBİYETİNİ** istemek ve emperyalist savaşı kapitalist sömürü düzenine son verecek bir sınıf savaşına çevirmeyi başarmaktır. Bu nedenle, işçi sınıfının emperyalist savaş çılgınlığına**DELİLİGİNE** karşı savunacağı hedef pasifist bir “barış” istemi olamaz. Dünyaya barış ancak işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı yürüteceği savaşla gelebilir.
Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri
54-Günümüzde sayıları çok azalmış da olsa hala varlığını sürdüren sömürgeler ve ulus-devletini kurmaya çalışan ezilen uluslar açısından “ulusal kurtuluş” hedefi, gecikmiş bir tarihsel sorunun, ulusal sorunun çözümünü içerir. Ve bu temelde gelişen ulusal kurtuluş savaşları devrimci proletaryanın desteklediği haklı savaşlar olma niteliğini sürdürürler.**BİZCE (AZKOBca)UZUN SÜRE FARS ŞÖVİNİZMİNİN GİZLİ VE AYDİN YİRTİCİ SİYASETLERİ AZERBAYCANİ ETKİLENDİRİB VE SON YÜZ YİLDA GÜNEY AZERBAYCAN,PRATİKDE FARS ŞÖVİNİZMİN İRAN ÖRTÜSÜ ALTİNDA BİR MÜSTEMLİKESİNE ÇEVRİLMİŞDİR,BUNA AYDİN SENED 1945 YİLLARİNDA GÜNEY AZERBAYCAN MİLLİ HÜKÜMETİNİN FARS ŞÖVİNİZMİ ELİLE QANA BOYANMİŞ VE HEMİN SİYASET SONRAKİ YİLLARDA İRAN ADLİ ÖLKEDE ÇEŞİDLİ HÜKÜMETLER VE SİYASİ KİMSELER ELİLE DAVAM ETMEKDEDİR.İRAN ADLİ ÖLKEDE BAŞQA ETNİKLERDE FARS ŞÖVİNİZMİ HÜCUMUNDAN AMANDA QALMAMİŞDİR.BİZCE İRAN ADLİ ÖLKE BİR MÜSTEMLİKEÇİLİK ÜZERE İDARE OLUNAN ÖLKEDİR VE FARS ŞÖVİNİZMİNİN FİKİR SİSTEMİ HATTA İNDİKİ İRAN ADLİ ÖLKENİN BİR SİRA ÜZDE SOL DEVRİMCİ YA DEMOKRAT ÖRGÜTLERİNİNDE FİKİR SİSTEMİNİN İÇİNDE YER ALMİŞDİR.**
55-Sınırlı kapsamına rağmen ulusal kurtuluş mücadeleleri, yine de iki nedenle proletaryanın çıkarınadırlar. Birincisi, asıl olanın proletaryanın kapitalist düzeni yıkmayı hedefleyen mücadele birliği olduğu gerçeğini gölgeleyen “ulusal mücadele” sorununun aşılması. İkincisi, ulusal bağımsızlık istemiyle ayaklanan yığınları, proletarya hegomonyası altında gerçek kurtuluş ve özgürlük savaşımına, yani toplumsal devrime yöneltebilme olanağı yaratması. Öte yandan, ulusal sorunun çözümü, işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından asıl sorunun kapitalizm olduğunu ve emperyalist-kapitalist dünya sistemi yıkılmadıkça, her türlü ekonomik eşitsizliğin (ve dolayısıyla siyasal baskıların, ilhakların) yeniden ve yeniden üretileceğini gözler önüne serer.
56-Devrimci proletarya açısından ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı, özünde ayrı devlet kurma hakkıdır. Fakat proletaryanın devrimci programı, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanındığını söylemekle yetinmez. Çünkü burjuvazi de, siyasal içeriğinin iyice boşaltılması koşuluyla bu hakkın tanınmasından söz edebilir. O nedenle, devrimci proletarya bu hakkın tanınmasına bağlı olarak şu hususlarda da bir mücadele yürütmelidir:
+Ezen ulusun, siyasal yönden ayrılma hakkı için mücadele eden ezilen ulusa karşı kuvvet kullanmasına kesin olarak karşı çıkılması,
+Ayrılma hakkının fiilen kullanılıp kullanılmayacağına karar vermenin ezilen ulusun sorunu olduğunun savunulması,
+Ezilen ulusun ayrılma hakkına karşı çıkan, ezilen uluslara ve ulusal topluluklara baskı uygulayan ya da uygulanmasını savunan tüm siyasal görüşlere karşı ideolojik savaşım yürütülmesi,
+Ulusal ayrıcalıklara ve resmi bir devlet dili olmasına kesinlikle karşı çıkılması.
57-Yürüyen bir ulusal kurtuluş mücadelesi sürecinde ezilen ulusun ayrılma hakkı tanınmadıkça, “ulusal sorun” genelde varlığını sürdürecek, ezen ve ezilen ulus işçi sınıfının birliğinin önünde engel oluşturmaya, böyle bir birlik gereksinimini gölgelemeye devam edecektir. İşte bu nedenle devrimci proletaryanın programı, gerçek bir siyasal çözümün, “ulusal kültürel özerklik” türünden liberal gevezeliklerle gündemden uzaklaştırılmasına karşıdır.
58-Burjuva demokratik içerik taşıdığı vb. gerekçesiyle ulusal bağımsızlık mücadelesi temelinde işçi sınıfının burjuvaziyle cephe birliğini savunmak, böyle bir işbirliği temelinde strateji geliştirmek daha baştan proletaryanın devrimci hegemonyasından vazgeçmek anlamına gelir. Hangi sorun olursa olsun, işçi sınıfının devrimci öncüsü mücadeleye kendi sloganlarıyla, kendi talepleriyle, kendi bayrağıyla katılmalı, ideolojik ve örgütsel bağımsızlığından asla taviz vermemelidir.
59-Devrimci proletarya her ulusal bağımsızlıkçı görünen hareketi desteklemekle yükümlü değildir. Tarihsel açıdan ileri bir istemle hareket etmeyen, gerici, hatta emperyalist güç odaklarından birinin oyuncağı haline gelmiş -dolayısıyla ulusal kurtuluş mücadelesi kapsamında da değerlendirilemeyecek olan- ulusal hareketlere destek vermek proletaryanın çıkarlarıyla bağdaşmaz.
60-Ezilen ulusun haklı mücadelesinin desteklenmesi, ezilen ulus burjuvazisinin şovenizmine prim**İMTİYAZ** vermeyi gerektirmez. Sömürge ülkeler ya da ezilen uluslar burjuvazisinin doğası gereği*İQTİZAYİ TEBİETİ** devrimci olduğu düşüncesi, devrimi ulusal kurtuluş hedefiyle sınırlayan bir zihniyetin ürünüdür.
61-Devrimci proletarya, zor yoluyla gerçekleştirilmeyen fakat tarihin belirli bir kesitinde, somut koşulların mümkün kıldığı ulusların bir kaynaşmasını olumlu karşılar. Proletaryanın, tarihsel açıdan olup bitmiş, gerçekleşmiş bir uluslar birliğini tekrar eski bileşenlerine ayırmak gibi bir sorunu ya da bundan çıkarı olamaz.
62-Ezen ve ezilen ulusun devrimci işçilerinin ulusal sorunun çözümünde izlemeleri gereken politika taktikler düzeyinde farklılaşsa bile aynı öze sahip olmalıdır. Öte yandan, ayrılma hakıının tanınmasını, proletaryanın ulusal ayrılıklar temelinde örgütlenmesi noktasına kadar genişletmek ise dar kafalı milliyetçilikten başka bir şey olamaz. Proletaryanın tarihsel çıkarları açısından asıl olan, ezen ve ezilen ulus proleterlerinin ortak devrimci iktidarının kurulabilmesi ve bu nedenle ayrılma hakkının tanınması temelinde, ezilen ulusun emekçi kitlesinin birlik yönündeki gönüllü iradesinin oluşturulmasıdır. Ancak somut koşulların farklılığına bağlı olarak, aynı hedefe varabilmek için işçi sınıfının enternasyonalist politikası özde bir fakat propaganda ve taktiklerde farklı olabilir. Ortak hedefe ancak, ezen ulus komünistlerinin ayrılma hakkını tanımaları ve ezilen ulus komünistlerinin ise, propagandada ağırlığı birliğe vermeleri ile ulaşılabilir.
63-Sınıfsal çıkarları bütün ülkelerin işçilerinin birliğini gerektiren ve tarihsel misyonu**MEMURİYETİ**, ulusların gönüllü birliğini ve kaynaşmasını sağlayarak ulusal ayrılıklara son vermek olan proletarya açısından “ulusal sorun”a verilen destek, “olumsuz”**MENFİ-YERSİZ** bir görevin yerine getirilmesi anlamını taşır. Proletarya için “olumlu” görev, ulusal ayrılıkların derinleşmesi ve yaygınlaşması değil, olabildiğince büyük ulusal birimleri**VAHİDLERİ** kucaklayarak ilerleyen bir dünya devrimiyle ulus-devletlerin yıkılması ve ulusların gönüllü birliğine giden yolun döşenmesidir.
Kapitalist Toplumda Kadın ve Çevre Sorunu
64-Günümüzde işçi sınıfından umudu kesip “yeni toplumsal dinamikler” arayışına giren çevreci**MÜHİTİ ZİST TEREFDARİ**, feminist, vb. akımlar ne kadar radikal görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar, kapitalist sisteme esaslı bir karşı duruş içinde değildirler.
65-Kadınların ezilmesi olgusu, toplumun sınıflara bölünmesi kadar eskidir ve ortadan kalkması da ancak sınıfsız topluma ulaşılmasıyla mümkündür. Bu nedenle kadın sorununun çözüm yolu proleter devrimden geçer. Her türlü toplumsal ayrımcılığa ve baskıya karşı mücadele yürüten devrimci proletarya ezilen cinsin sorununu sınıfsal ayrım temelinde kavrar**ANALİZ EDER**. Kadın sorununu sınıflarüstü bir sorunmuş gibi, kadın ve erkek cinsi arasındaki bir mücadeleye indirgemek isteyen burjuva ve küçük-burjuva feminizmini reddeder.
66-İnsanın sömürüsünde sınır tanımayan kapitalizm elbette doğanın sömürüsünde de sınır tanımaz. Ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma**QİZİŞMA**, çevre kirliliği, biyolojik çeşitliliğin acımasızca yok edilmesi, ormanların hızla tüketilmesi, kuraklık ve çoraklaşma**LEM YEZRE OLMAQ** vb. son yıllarda etkileri giderek daha çok hissedilen ve tüm gezegeni tehdit eden yakıcı sorunlardır. Bu dev sorunların tek sorumlusu**MESULU**, tabiatı gereği anarşik olan kapitalist üretim sistemidir. Ancak ve ancak doğayla uyumlu, planlı bir üretim bu sorunları çözebilir. Kapitalizm yok edilmeden bu sorunların çözülebileceğini vaaz eden çevreciler, yeşiller vb. sahtekarca bunu örtbas etmektedirler. Bu sorunları da çözebilecek olan tek güç işçi sınıfıdır.
İşçi Sınıfının Mücadele Yöntemleri**USULLARİ** ve Araçları
67-İşçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir. Fakat işçi sınıfını kurtuluşa taşıyacak siyasal bilinç, sınıfın kitlesinin gündelik mücadeleleri içinde kendiliğinden doğmaz. İşçilerin bilincinin devrimci siyasal mücadele bilinci düzeyine yükseltilebilmesi ve sınıfın devrimci siyasal örgütlülüğünün sağlanabilmesi için, bu uğurda sınıf hareketi içinde yorulmak bilmeksizin çaba sarfeden ve Marksist teoriyle donanmış bir öncü örgütlenmeye ihtiyaç vardır.
68-Proletaryanın kurtuluş mücadelesinin devrimci enternasyonalist içeriği doğru kavranıp buna uygun bir mücadele uluslararası düzeyde örgütlenemezse, ulusal düzeyle sınırlı devrimci çabalar sonuçsuz kalacaktır. Yani proleter dünya devrimi bir enternasyonal olmaksızın düşünülemez. Dünya devrimini isteyen onun aracını da istemek zorundadır. Günümüz koşullarında işçi sınıfının enternasyonal düzeyde örgütlenmesi yalnızca dünya devriminin başarısı açısından değil, yerel ve kısmi ekonomik mücadelelerin zaferi için dahi vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
69-İşçi sınıfının önderliği, bizzat onun fiili mücadelesi içinde yer alarak, sınıfın ekonomik mücadelesinden en kapsamlı siyasal mücadelesine dek her sorunda yol gösterici, örgütleyici olmayı başararak kazanılabilir. Kerameti kendinden menkul iddialarla, küçük-burjuvaca rekabet ve reklamlarla önder olunamaz.
70-Gündelik ekonomik mücadele özü itibariyle düzen içi bir mücadeledir fakat işçi sınıfının giderek büyüyen kitlesini mücadeleye seferber etmek bakımından vazgeçilmez önemdedir. Kapitalizm altında sendikalar işçi sınıfının en önemli kitle örgütleridir ve bugün de hâlâ bu tarihsel konumlarını devam ettirmektedirler. Çünkü bunların yerine başka tipte herhangi bir kitlesel işçi örgütlülüğü yaratılabilmiş değildir.
71-Ne var ki işçi sınıfı mücadelesinin gerilediği tarihsel koşullarda sendikalarda düzenle bütünleşme eğilimlerinin güç kazanması daha önceden görülmemiş bir durum değildir. Fakat burjuva devlet aygıtıyla iç içe geçen bir bütün olarak sendikalar değil, onların başına çöreklenen sendikal bürokrasidir. Sendikal bürokrasiye karşı mücadele işçi sınıfının kitlesini yalnız başına bırakarak, “yeni ve kirlenmemiş işçi örgütleri” oluşturmaktan geçmez. Sendikaları yeniden mücadeleci kitle örgütleri düzeyine yükseltmek, mevcut sorunları bahane ederek sendikalardan kaçmakla değil, sorunların altında ezilmeksizin onları çözmek üzere mücadeleye atılmakla mümkün olabilir.
72-İşçi sınıfı, mücadelesini, bu mücadelenin içeriğine uygun yöntem ve araçlarla yürütür. Sınıfın kitlesel mücadelesinin yerine kendi örgütlülüklerini ve maceracı yöntemlerini ikame eden küçük-burjuva akımlar, son tahlilde sınıf mücadelesine zarar verirler.
Geleneğimiz**ENENEMİZ**
73-Dünya işçi sınıfının enternasyonalist savaşımına yol gösteren temel çizgi 150 yıldır verilen sayısız mücadeleler içinde oluşturulmuş ve bu uğurda binlerce komünist can vermiştir. Bu enternasyonalist devrimci çizginin bugün de takipçisi olanlar, Marksist geleneğin en önemli kurucu önderleri olarak Marx, Engels, Lenin, Rosa Luxemburg ve Troçki’yi kabul ederler.
74-Marx ve Engels’in Komünistler Birliği’ni örgütleme çabaları ve I. Enternasyonal’in kuruluşuyla başlayan devrimci zincirin halkalarını oluşturan Lenin dönemi Bolşevik Partisi, ilk dört kongre dönemindeki III. Enternasyonal, Lenin’in ölümünden sonra Stalinizme karşı mücadele yürüten Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet (Bolşevik-Leninistler), takiben Uluslararası Sol Muhalefet (Uluslararası Komünist Birlik) ve Troçki döneminde yaratılmaya çalışılan IV. Enternasyonal’in kuruluşunda temsil ettiği genel ideolojik-politik miras, sahip çıkılması gereken geleneğimizdir.
**Onsuz ki hiç bir teorini doqm sanib ve hiç bir siyasi karaktleri bütleşdirek.Artirmaliki aşağida yazilmiş qonular üzere araşdirma qapilarini açiq elan edirik:
1-Hizbin rolu
2-Devlet qonusu
3-proletarya diktatörluğu niteligi
4-Emperyalizmden yeni anlamlar
5-Günümüzde iqtidar ve malikiyet ilişgisi
Sonunda demeliyik oxuduğunuz bütün temel görüşlerimiz Azerbaycan komünist partyasi için önerilen platform formasinda tartişmaya qoyulacaq tekstidir.Bu platform İran adli ölkede yaşayan diger xalqlarin sol teşkilatlarinada öneri verilir,bu platformun ardinca Azerbaycan sosyalist respublikasi pratik proqramlarida ortaya qoyulacaqdir.
Nezer ve önerilerinizi bu E_mail adresine göndere bilersiniz:azkobil@hotmail.com
Hörmetle: AZERBAYCAN KOMÜNİSTLİK BİLDİRİLERİ (AZKOB)1/31/2007
Wednesday, January 31, 2007
OUR PLATFORM (PLATFORM INGILIZCE)
**THIS PLATFORM TEXT HAS TAKING OUT FROM FOLLOWING WEB
ADRESS:www.marksist.com/ne_savunuyoruz.htm
WORDS BETWEEN ** ** HAS CHANGED OVER AZERI(FROM TURKISH)SOME OF THEM IS CONTAINING
SOME OF OUR (AZKOB)POSITIONS.**
Our Basic Positions
Capitalism makes the mankind suffer hell. The reign of a handful capitalists makes billions of people all over the planet suffer in the grip of hunger, poverty and deprivation, unemployment, incredible inequality and injustice, bloody wars, oppression and torture, endless decay and alienation. Based on greed for profit this reign also destroys nature ruthlessly. The destiny that awaits the mankind, should it not stop this course, will be an unprecedented barbarity.
And this dark picture exists at a time when the means of creating an earthly heaven are at mankind’s disposal. The epoch-making achievements of science and technology increase the slavery of mankind instead of emancipating it. The fetters of private property and the nation-state on the development of means of production have become unbearable. This situation means that the only way out before mankind is socialism. Socialism or barbarism!
The only force that can save mankind from this swamp and lead it to socialism is the working class which is said to be “extinct”. Facts are stubborn things! Far from disappearing the working class has grown, developed and strengthened objectively. Today the working class constitutes the majority of the world’s population. As a matter of fact, the changes in composition and scope of the working class have been taking place not only today, but ever since the working class was born. The truth is that, the billions who strive to survive through selling their labour force in return for a wage, i.e. the working class, still have nothing to lose but their chains. But they have a world to win!
+The emancipation of mankind lies in socialism. The objective conditions to organise socialism on a world scale exist. The proletariat is the only genuine revolutionary class that has the ability and the potential of putting an end to capitalism which drags mankind to destruction.
+Socialism is a classless and stateless society which cannot be built on a local or national scale but only on a world scale. The so-called theory of “socialism in one country” imposed by Stalinism and its manifestation of “national socialism” in practice has been proved by historical experience to be a reactionary utopia.
+The workers’ power created by the October Revolution was overthrown as a result of a counterrevolution carried out through a variety of stages by the Stalin-led bureaucracy, and a despotic-bureaucratic regime was established.
+What is collapsed in the USSR and the likes is not socialism or a workers’ state, but despotic-bureaucratic regimes.
+Capitalism cannot be rectified and transformed into socialist society through reforms. If one excludes the countries which are in a state of exceptional backwardness where the proletariat cannot yet play an independent role, the target of a workers’ power is quite possible and must be defended. The idea of posing various stages prior to this target must be rejected.
+Proletarian revolution is a permanent revolution. Successive conquests, essentially in the advanced capitalist countries, are needed for the world proletarian revolution to proceed and workers’ powers to survive. Capitalism cannot be decisively defeated unless it is overthrown in its main centres.
+A workers’ state is a state without bureaucracy, i.e. the self-organisation of workers in a direct democracy. A political power that is not based on the direct democracy of the workers organised in the form of councils, soviets and that does not reflect their actual rule cannot be a real workers’ state, whatever it calls itself.
+If the proletarian revolution is isolated in one country for a long time, the overthrow of revolutionary workers’ power and the liquidation of the transition period is inevitable.
+Imperialism, the highest stage of capitalism, is the reign of finance-capital all over the world. The globalisation which is pictured as a new or different phase of capitalism, is in reality nothing but imperialism which is an international system of exploitation.
+It is absolutely wrong to use the concepts of colony, semi-colony and neo-colony for the countries which achieved their political independence, i.e. which have built their own bourgeois nation-states, and are less developed or middle ranking capitalist countries.
+The language of anti-imperialism devoid of anti-capitalism is just the eyewash of bourgeois and petty bourgeois tendencies who defend nationalism.
+The wars provoked by the imperialist countries for the purpose of division of the spheres of influence are unjust wars. The correct attitude towards such wars is not to support the war of “one’s own” bourgeoisie against the bourgeoisie of the other country, wage a “national” war in the same front together with it, but to mobilise the toiling masses along the lines of proletarian revolution.
+The national liberation wars developing on the basis of the national independence struggle of oppressed nations are just wars supported by the proletariat. The right of self-determination of oppressed nations is, in essence, the right to found a separate state.
+The working class opposes every kind of social inequality and oppression. The revolutionary programme of the working class defends the rights of the oppressed sex and contains a struggle against the destruction of nature by the capitalist system. Proletarian revolution is the only means to solve all these problems.
+Under capitalism trade unions are the most important mass organisations of the working class. To return the unions to the level of fighting mass organisations cannot be achieved by abandoning the unions using the present problems as an excuse, but by entering the struggle to solve the problems without succumbing to the pressure of these problems.
+The emancipation of working class can only be the task of the working class itself. But to achieve the revolutionary political organisation of the class, a vanguard organisation equipped with Marxist theory is needed, striving tirelessly for this end within the class movement.
+If the revolutionary internationalist content of the proletariat’s struggle for emancipation is not understood correctly and a proper struggle cannot be organised on the international level, then the revolutionary efforts limited to national level will turn out to be fruitless. That is, world proletarian revolution cannot be conceived without an International.
OUR PLATFORM
The aim of the working class is to reach classless society
Socialism is not a national aim, but can only be achieved on a world scale. Likewise, the question of whether the material preconditions for socialism are ripe or not, can be answered on a world scale, not on a national scale. Because capitalism, unlike all pre-capitalist modes of production, is not limited to local or national level, on the contrary it has spread all over the world and been able to create a world system. In this context, what has transformed the separate histories of human societies into a world history is capitalism itself. Thus, socialism can acquire its genuine content, and make good its claim to represent a historically superior system to capitalism, only when it is organised on a world scale. The so-called theory of “socialism in one country” imposed by Stalinism and its manifestation of “national socialism” in practice is a radical deviation from Marxism and a reactionary utopia which is incompatible with the historical interests of the working class.
Communist society is a classless and stateless society both in its first and higher phases. Socialism, as the first phase of communist society, will be a period in which private property, classes, the state and commodity production are not existent. Also in this period, free producers directly make decisions and implement them in all spheres of production and social life. The higher phase of communist society will have been reached when there is an abundance that can be expressed with the phrase “from each according to his ability, to each according to his needs”.
Proletarian world revolution
However, to reach such a society will never be through evolution of capitalist society. The liberation of mankind from the exploitation and oppression created by class society; its ability to master itself; save nature from capitalist destruction and gain mastery over it in harmony with the long term interests of mankind; all these can only come true through a socialist world revolution. To open this road of universal freedom is the historical task of the proletariat. Because proletariat is the only genuine revolutionary class that has the ability and the potential of putting an end to capitalism which is dragging mankind to destruction.
Capitalism is an organic world system based on an international division of labour. The blow that will overthrow capitalism in a decisive and irreversible manner cannot be local or particular, but universal and general. The working class revolution is a world revolution. And since the rule of working class is embodied in a soviet power created by the historical act of the class, the establishment of the workers’ power on the international scale can only be embodied in the formation of “World Soviet Republic”.
Just as the world capitalist system is not an arithmetic sum total of national capitalisms, so the proletarian world revolution will not be the arithmetic sum total of revolutions in individual countries. World revolution is an organic and combined process which advances through successive explosions and in which the revolutions in various countries would trigger one another. When long intervals occur between the revolutions in individual countries, it will not be possible for the isolated workers’ powers to survive for many years. Thus, although it is possible for the working class to take power in a single country, its main task must be to prepare the internationalist revolutionary forces of the working class for a new and lasting advance.
For the proletarian world revolution to advance and the workers’ powers to survive, successive conquests are needed essentially in advanced capitalist countries. Capitalism cannot be decisively defeated unless it is not overthrown in its main centres. Although the likelihood of revolutions breaking out in less developed countries is higher since the contradictions are sharper and the possibilities of balance are more limited, the decisive factor is the conquest of power in advanced countries as the experience of Russian Revolution proved. Therefore, it is harmful for the international struggle of working class, to exaggerate the significance of the revolutions and revolutionary movements in less developed countries and to develop a general lack of confidence, a contempt towards the revolutionary potential of the proletariat of advanced countries.
Transition period from capitalism to communism: period of proletarian dictatorship
A transition period is needed to reach the aim of the working class movement, i.e. a classless and stateless society (communism), that is, to overcome capitalism completely. The greatest social transformation the history of mankind can ever witness cannot be a work of a moment or a day, but of an entire historical period in which the resistance of old propertied classes would entirely be crushed, all the filth stuck on mankind by class society would be cleared away, all kinds of discrimination (national, gender, racial, religious, etc.) would be eradicated along with classes. Such a transition period from class society to classless society, from state to statelessness, can only be brought about under direct political rule of the proletariat. Therefore Marxism, unlike anarchism, maintains that a revolutionary dictatorship of the proletariat is necessary in this period.
A transition period is a period of revolutionary transformations lying between the establishment of the political power of working class and the first phase of classless and stateless society, which is socialism. The dictatorship of proletariat is the sine qua non and the fundamental instrument of the transition period. This period is a dynamic historical movement from past to future and involves some elements of both the past class society and the future classless society. Therefore the transition period can only be defined with reference to past and future. The economy of the transition period must be based on centralised planning in a way that reflects the demands, proposals and participation of the proletariat which is organised in the form of soviets. Only in this way production can be transformed into a process in which use-values for the satisfaction of social needs are produced.
Since capitalism is a world system, the transition period from capitalism to communism and the accompanying social transformations can acquire their real meaning and scope on a world scale. The transition period cannot be conceived independently from the march of world revolution and it can only be completed on a world scale. If it is confined to a single country for a long period of time, the revolution and the transition period ceases to exist. In other words, to imagine that the transition period can be concluded by isolated proletarian powers established in individual countries is the same thing as arguing the possibility of socialism in one country.
A workers’ state or dictatorship of proletariat is the political form of transition period from capitalism to communism, and means the proletariat organised as the ruling class. Thus, the concept of state loses its classical meaning under the dictatorship of the exploited majority, which is exercised for the first time in history over the exploiting minority. The workers’ state is a “semi-state” representing the transition from state to statelessness. Under the self-rule of the working class, the separation between the producer and the ruler is also put an end to.
When the working class seizes political power, it sets out to abolish capitalism by putting the means of production under the property of its semi-state. But by doing this it will have paved the way for the elimination of all class structures, including itself, class distinctions and class antagonisms. Thus the death knell of the state, which originally came into being as a result of the division of society into classes, rings.
When proletariat comes to power in a country, it is its duty to launch the social transformations towards these aims. But the abolishment of capitalism cannot be accomplished on a national scale, but on an international scale. Therefore, to restrict the revolutionary aims to the national scale is a fatal attitude towards revolution. Because a workers’ state cannot survive within the boundaries of a single country, and it can only wither away as it spreads over the world scale. Consequently, the historical interest and the only guarantee of the victory of proletarian power lies in the forging of world revolution, i.e. in the permanence of the revolution.
In the period of dictatorship of proletariat, the proletariat will still need a guiding political force, that is, its vanguard force, as an organic part of the class and organised as a party. Because without the leadership of the party, eventual malfunctioning of the organisations of soviet type in the hands of bourgeois and petty-bourgeois political currents is unavoidable. However, the party is not the apparatus of power and soviet rule cannot be reduced to party rule. To understand soviet rule as a one-party dictatorship means to understand nothing of the historical function and necessity of soviets.
Even a workers’ “state”, from the standpoint of revolutionary Marxism, is not an end in itself, but just a necessary means to attain the intended end. Therefore it is absolutely necessary to oppose the confusing of means with end, or such approaches that would amount to a vulgarisation of Marxism, by making it look as a worshipper of the “state” or “dictatorship”. To equate socialism with the dictatorship of proletariat and present it as a society with the state is a distortion invented by Stalinism.
There cannot be a workers’ state with bureaucracy!
In a workers’ state the fundamental support of bureaucracy is removed, the running of public affairs is simplified and cheapened. What Marxism means by the “abolition of bureaucracy” and “a state with no bureaucracy” is not an immediate disappearance of the need for officials and specialists, but putting an end to the organisation of public affairs in a bureaucratic manner.
As a matter of fact, bureaucracy originates from the domination of the minority over the majority in societies based upon class exploitation. The state in capitalist society is formed out of bureaucratic apparatuses and rests on a complicated and expensive bureaucracy. Yet under the workers power which is a semi-state from the very start, the organisation and running of public affairs must be radically different. The most characteristic indication of this historical difference is that the workers’ state is a bureaucracy-free state, i.e. the organisation of working class itself as the direct democracy. A government, whatever it calls itself, which is not based on the direct democracy of the workers organised in the form of councils, soviets and which does not represent their actual rule, cannot be a real workers’ state. Workers’ democracy is the sine qua non of the workers’ state.
The fact that the bourgeois state is based on a bureaucracy specialised on the running of state affairs, that is, a bureaucratic apparatus, does not alter its position of being the dominant and ruling class. But when the means of production are nationalised following the workers’ revolution, the situation is qualitatively different. Because the economic and political supremacy of proletariat cannot be separated from each other. But, if there appears in practice a state with a bureaucracy since the economic and political basis of the revolutionary workers’ power is not sufficiently strong, under this condition the property will belong to the state, and the state to the bureaucracy. In that case the proletariat having been removed from political power by the bureaucracy will also thereafter lose its right to hold the state property (since, unlike bourgeoisie, it is not a private-property-based class), that is, lose its economic supremacy. Thus having seized the right to hold the state property, the bureaucracy will also economically be in the ruling position, since it would also take over the management of whole production. In that case the working class will lose its supremacy, and the bureaucracy will rise to the position of being the dominant, ruling class.
State property and social property are not the same
Even if the nationalisation of the means of production, which is the foremost task of every successful proletarian revolution, begins on the national scale, the socialisation of the property of the means of production can only be realised on the international scale. In other words, the state property in the period of proletarian dictatorship is not yet the social property (that is the property of whole society) in the real sense. Here, the state property still means the effective collective property of the ruling class (but this time of the proletariat) as in other class societies. The state property of the proletariat is an important step forward on the way to social property, but just a step.
The socialisation of the property of the means of production in the real sense of the word will come true in the classless society. The means of production can unfold their social character in a complete sense only with the accomplishment of the historical function of the proletarian dictatorship on the world scale. In other words, a social adjustment in which the means of production will serve whole world population can only be possible in a world where the world capitalist system is decisively put an end to and the national borders are removed.
“State property” which we can accept as a gain since it can constitute a bridge for transition to classless society under workers’ power can never be an end in itself. Under capitalism, the form of property of the means of production –state or private– does not make any difference in the capitalist production relations based on exploitation, and does not provide an advantage, a point of support for the working class. The errors of petty bourgeois socialism on the questions of “statism” and “state property” have been subjected to many rightful criticisms, and the theoretical criticisms of Marxism directed towards petty bourgeois socialism on this question must always be kept alive.
USSR and other bureaucratic regimes
The workers’ state which was isolated in Russia, a backward peasant country from economic and cultural respects, was overthrown as a result of a counter-revolution which passed through various stages and carried out by the Stalin-led bureaucracy. The important milestones of this process are the following: the process of bureaucratic degeneration (1921-24), the process of bureaucratic counter-revolution (1924-28), and the process of consolidation of despotic-bureaucratic dictatorship (1928-36).
Having established its domination over the party and state ranks, the Soviet bureaucracy became a rising class, going beyond a bureaucratic caste. The Soviet bureaucracy, having the right to possess collectively the nationalised means of production, rose to the level of being a ruling class by resting itself on this material basis.
It is impossible to speak of the persistence of the historical gains of Soviet proletariat in a situation that the political power of working class is usurped, its ruling position in the production is put an end to, the regime of toil is rested on a bureaucratic command system of the state instead of the free will of the workers.
The fact that the idea of “national socialism” came to power in the country of October Revolution also determined the destinies of both the states founded in Soviet sphere of influence in the wake of Second World War and the revolutions that had developed on the basis of national liberation struggles. Whether they were founded by the intervention of the Red Army or by the revolutions of national liberation, all of them are despotic-bureaucratic states, which opened their eyes as the likes of Stalinist bureaucratic state, and are not an outcome of a proletarian revolution.
Stalinism
Stalinism is the name of the ideological-political-organisational line which reflects the class interests of the ruling bureaucracy. Although it is full of crude inconsistencies, incredible zigzags, the idea of “national interests” lies on the basis of this line, which all the Stalinists unhesitatingly defend. Therefore Stalinism is an ideology which undermines the international struggle of the world working class and which entirely contradicts the essence of Marxism. Just as the bureaucratic dictatorship is the counter-revolutionary negation of the workers’ state, so is the Stalinism of Leninism. Between the workers’ power which opened its eyes with the October Revolution of 1917 and the Stalinist regime which became dominant putting an end to this power, lies a counter-revolutionary process stained with the blood of so many Bolshevik leaders and militants.
Although a totalitarian regime is characterised with the “personalised” rule of the dictator, such a political formation never justifies ignoring the essence of the regime and the nature of class dictatorship. The problem is not a sudden appearance and turning of a person named Stalin into a despot as a result of some events. The historical phenomenon that must be investigated is not Stalin as a person, but Stalinism. Since Stalin is a historical figure stood out with his being of the leader of the bureaucratic counter-revolution and the foundation process of despotic bureaucratic regime, he has inevitably given his name to this regime.
According to the Stalinist ideology which equates socialism to étatisme (statism), it is sufficient to call a bourgeois or petty bourgeois government “socialist”, which gets along well with the Soviet state in economically backward countries and takes the road of “statism”. The fact that the regimes in countries like Algeria, Yemen, Somalia, Angola, Mozambique, Afghanistan, Ethiopia, Nicaragua are called “socialist” gives sufficient evidence of to what degree the concept of socialism has been trampled on.
The characteristics of despotic-bureaucratic regimes
Historically, in the heart of the distinction between Western type class societies which are based on private property of the means of production and the old Asiatic class societies in which the means of production are under state property (i.e. Asiatic mode of production as a historical category) lies the question of state. In all social formations which fall into the former category, the state belongs, in the last analysis, to the economically dominant class, which owns the private property of the means of production, however “independent” appearance it assumes before society. And in the social formation which falls into the latter category, the economic sphere is mixed with the political sphere and the question of supremacy is materialised in the “ownership of state”. In the social formation in which the fundamental means of production are basically owned by the state, those who hold the state, i.e. the political power, in their hands, will also hold the economic power in their hands. In this case the position of owning the state will decide who is the ruler in economic sense.
Whilst the bureaucracy remains as a social stratum dependent on the ruling class in the class societies which arise in the Western line of development (slavery, feudal, capitalist), the historical examples of a bureaucracy which can constitute an independent ruling class are only provided by the old Asiatic Oriental societies. As for the despotic-bureaucratic regimes of the 20th century, they did not of course rise above the Asiatic agrarian communes as in the old ages, but have taken shape on a national advance of industrialisation, which strives to reach the modern level of means of production.
In despotic-bureaucratic regimes bureaucracy holds the state as its property. Therefore this bureaucracy is a ruling class which has both the political and economic power. It represents an organised collective power which had freed itself from society at the top of which it placed itself. In a bureaucratic regime, bureaucracy, holding the collective rule over the state property, is a ruling class which appropriates the social surplus-labour of the proletariat and exploits it. That is, although there is not the exploitation of surplus-value, which is particular to capitalism, there is the exploitation of surplus-labour in the bureaucratic regime and these regimes fall into the category of class societies.
In a bureaucratic command economy like Russia where capitalism is abolished the distribution of productive resources takes place not according to the laws of market economy (the laws that manifest themselves in the capital’s pursuit of obtaining the highest profit), but according to a central plan which reflects the preferences of the ruling bureaucracy.
Under bureaucratic dictatorship a “worker” is neither a “free” wage labourer as in capitalism, nor a “slave” who belongs altogether to his master. The right to possess his labour power belongs to the state and, in return for this, he gets a share in the form of a “wage” determined by the state.
The despotic-bureaucratic regime is not a historically durable and a long lasting socio-economic formation which has the potential to develop on its own foundations against the domination of capitalist mode of production in the world. Since such regimes are not a new mode of production surpassing capitalism in the process of historical evolution of human societies, they cannot be characterised as “post-capitalist societies” in this sense. The despotic-bureaucratic regime is a genuine monstrosity if it is considered from the standpoint of the historical epoch and conditions in which it exists. A despotic-bureaucratic regime surrounded by the world capitalism in the age of modern industry is a socio-economic phenomenon which has no future with its peculiar (sui generis) characteristic.
Imperialism and struggle against imperialism
Imperialism, the highest stage of capitalism, is based on the world wide domination of finance capital. Globalisation, which is presented as a new or different phase of capitalism, is nothing but the imperialism as an international system of exploitation. The capitalist world system, which develops unequally but in a combined manner on the basis of international division of labour and reproduces the interdependence within the framework of its unevenness, is like a hierarchical pyramid in which all capitalist countries take place. At the top of this pyramid stands financially mighty metropolitan capitalist countries, at the bottom less developed capitalist countries, and in between these two categories medium scale developed capitalist countries.
Imperialism rises on the basis of monopolist competition. Within the framework of the dialectics of capitalist development, monopoly and competition form a unity in a mutual dialectical relation. Competition gives birth to monopoly; but its being surpassed by monopoly does not mean its elimination. On the contrary, the formation of monopoly creates a competition on a higher level, that is the competition between monopolies.
One must distinguish between the tendency to expansion peculiar to the period of capitalist colonialism and the general tendency of imperialist epoch which is based on the domination of finance capital. Colonialism means to establish a colonial empire consisted of colonies deprived of their political independence. As for the imperialist age of capitalism, it is based on spheres of influence formed by the mightiest groups of finance capital.
In the imperialist age there is no Marxist justification for employing the concepts of colony or semi-colony for the less and middle scale developed capitalist countries which are politically independent, i.e. have established their nation-states. The concept of colony expresses the countries which do not have their political independence and are dependent on the metropolitan country from the standpoint of their political-legal status. And the concept of semi-colony can only mean something in comparison to the pure status of being a colony. That the less developed capitalist countries, which have attained their political independence, are today economically dependent on the imperialist metropolises, has nothing to do with the status of colony or semi-colony of the past period of capitalism.
Today the imperialist countries representing the big finance capital groups subordinate even the politically independent countries, intervene in their interior affairs, and, through various diplomatic, financial and military impositions they try to protect their oligarchic interests. Imperialism is a system of not colonialism or neocolonialism, but of a financial domination and a universalised exploitation by finance capital.
To try to explain the economic dependence in the imperialist epoch still on the basis of colonialism with the terms like “neocolonialism” and “neocolony” is an attitude which causes an absolute confusion from the standpoint of the political struggle of the proletariat. Because, by doing this, the question of independence from the capitalist system is reduced to some sort of a demand of national independence instead of a genuine break with the system. Such an attitude also gives an opportunity to the nationalist and reactionary bourgeois forces in the nation-state to paralyse the struggle of working class by taking refuge behind a false language of anti-imperialism.
Third worldism, the essence of which is petty bourgeois nationalism and the nourishing source of which is national developmentalism, means in reality to sacrifice the interests of the working class movement for the benefit of the interests of native bourgeoisie in backward countries. It constitutes a broad spectrum stretching out between its “left” wing which places the revolutionary movements in underdeveloped countries to the centre of world revolution and its right wing which nears a full xenophobia and a racist nationalism. The bourgeois forces in these countries cause confusion by taking refuge behind the guise of an “oppressed nation” although the political independence has already been achieved. To tolerate or support such political currents in the name of the “right of national independence” of the “third world” countries places the workers’ struggle in these countries in a position of tailing the native bourgeoisie.
The distinction of “oppressed nation-oppressor nation” is related to the national question. To characterise a nation which has achieved its political independence, that is, established its own nation-state, still as an “oppressed nation” is not correct. Because where the national question is solved the term “oppression” finds its expression more clearly in the fundamental antagonism between bourgeoisie and proletariat. To give prominence to the bourgeois conflicts between the top countries and the lower countries in the imperialist pyramid by presenting them on the basis of “oppressed nation-oppressor nation” distinction does great harm to the working class struggle. Because such political attitudes nourish nationalist approaches in the form of shifting the attention of working class from class struggle to the ground of “national interests”.
In the imperialist epoch there is not any nation-states which are economically isolated and independent from other nation-states. A capitalist country cannot survive without integrating into the world capitalist system. Therefore, the idea that there can be an economically independent capitalism from imperialist metropolises, in addition to having acquired the political independence in colonial and semi-colonial countries in the past, is a reactionary utopia.
The language of anti-imperialism independent from anti-capitalist struggle is just the eyewash of bourgeois and petty bourgeois tendencies which stand for nationalism. A policy which does not combine the struggle against imperialism with a struggle against domestic capitalism and in this way confront the imperialist-capitalist system in a real sense is not anti-imperialist from the standpoint of revolutionary strategy of the working class. The political currents which make working class rage only against the foreign capitalist institutions and imbue them with more friendly feelings towards their own native bourgeois –that is, the very bosses who exploit them– are one of the main factors undermining workers’ struggle. Likewise, a so-called anti-imperialism which does not fill working class with a fighting spirit against the capitalist system as a whole and just directs it to choose one of the capitalist options –for instance, a Turkish capitalism inside EU or outside EU?– has also nothing to do with the Marxist attitude. Also the kind of attitudes which stand for their own nation-state under the guise of anti-globalisation nowadays have nothing to do with Marxism.
Permanent revolution
In imperialist epoch there is nothing credible and acceptable in determining the working class’ objective of political power on the basis of the distinction between ripe countries and unripe countries for the proletarian revolution. If one leaves aside some exceptionally backward countries where the proletariat is still too weak to play an independent role, the objective of workers’ power is, in fact, a possible and necessary objective to be defended for all countries. The idea of posing various stages prior to this objective must be rejected since it means nothing but a finished recipe for the defeat of the revolution. However there will of course be some peculiar demands of working class in its struggle for power, determined by the peculiar conditions of each country. But in every case such demands must be given a transitional character and put forward in a manner that can constitute a bridge to the conquest of political power by the working class.
The petty bourgeois left governments and the so-called revolutionary coalitions which are not formed under the hegemony of proletariat, in the last analysis, end up with bourgeois collaboration. As proved by historical experiences, the kind of revolution which is to handle both the democratic transformations in imperialist epoch and the socialist transformations that would abolish capitalism is the proletarian revolution.
The tendency to seek to limit the social revolution, freeze it, confine it to local boundaries is the characteristic of petty bourgeois revolutionism. Therefore the revolution can be rendered permanent only through workers’ power. Under the administrations based on such petty bourgeois revolutionary political movements like guerrillaism etc., however radical they might seem, revolutions cannot go beyond the limit of “national developmentalism”.
Imperialist wars and Marxist attitude
The rivalry and struggle for division among the imperialist monopolies does not always operate through “peaceful” means. The increasing tensions in economic, politic, diplomatic relations among imperialist powers which try to settle accounts on the basis of struggle for hegemony, find their reflection easily on the military plane. Imperialist wars to re-divide the world, a policy of violence accompanying this division, rising militarism are the characteristics of imperialist epoch. Imperialism is not an unwanted accidental aggressive foreign policy of capital, as the renegade Kautsy claimed, but the very essence of modern capitalism.
The Kautskyist tendency which is nowadays defended by the liberal left draws the conclusion that now an epoch of capitalist peace is opening out from the growing tendency to the intermixing of finance capital groups. This approach is derived from the “ultraimperialism” analysis which suggests that monopolist unions would create a single world trust and therefore would eliminate the competition and crises. Today this tendency is embodied in the pro-globalist attitude of the liberal left which is influenced by the world bourgeoisie’s propaganda of globalisation. Yet, despite the fact that big capital groups with different national origins are involved in intricate relations with one another, the rivalry between such monopolies still remain. Thus the aggravation of rivalry intensifies the conflicts of interest among imperialist countries, nourishes the tendency of “protectionism” on the basis of defending one’s own interests, creates various blocks against one another and leads to imperialist wars.
The military interventions carried out today by the imperialist countries in various regions with the aim of re-dividing a sphere of influence constitute the most typical indication of unjust wars. But not only do the imperialist countries resort to expansionist adventures. Today the wars provoked by the countries which strive to become imperialist (for example, Turkey, Greece, Iran or Iraq-**SADDAM HUSEIN'S PERIOD**) with the aim of creating their sphere of influence are also unjust wars. The correct attitude towards such wars cannot be to support one’s “own” bourgeoisie against the other’s and to wage a “national” war in the same front with it.
On the other hand, it is necessary to observe the big imperialist powers behind the unjust wars between various capitalist countries. Those who do not want to see this and cannot understand that the lower rank capitalist countries in the hierarchy are in reality warring as the proxies of big imperialist countries, hinder the struggle of working class, attempting to put this or that capitalist state into the status of “oppressed nation”.
The historical task before the proletariat in a capitalist country is the proletarian revolution. But in the event of occupation of a capitalist country which has already passed the stage of establishing its nation-state by a foreign state, or of an annexation, a kind of “national question” can also arise before the proletariat. In such cases the task of revolutionary proletariat is to gain the leadership of the masses who have gone into struggle, making use of the mood which drives the toiling masses to a national rebellion, and prevent the passing of the hegemony of this struggle to the bourgeois forces with the illusion of “national unity”. Only through this way can it be possible to advance the struggle of broad working masses towards social revolution.
The imperialist wars of division do not take place only in the form of classic world wars. There were two great imperialist wars of division in the 20th century. They were the first and second imperialist world wars peculiar to the conditions of their own times, but will not be the last. On the other hand, to understand imperialist world wars only in the way as they were in the past would be an inadequate and mistaken approach. The form and scope of imperialist war is a secondary problem. The important thing is the essence of war and what policies it is the continuation of. Various imperialist powers can even today turn the world into an inferno of war by using the most modern and horrible weapons they developed to settle accounts among themselves.
The proletariat cannot be on the side of any warring parties in a settling of accounts between capitalist countries. As for the proletarians of those countries which wage such a war, the problem is to put forward the defeat of its “own” bourgeoisie and to succeed in turning the imperialist war into a class war which would put an end to capitalist system of exploitation. Therefore the proletariat’s demand cannot be a pacifist demand of “peace” against the madness of imperialist war. Peace may come to the world only through the war to be waged by the proletariat against capitalist system.
National question and national liberation struggles
The task of “national liberation” from the standpoint of colonies and oppressed nations which strive to establish their own nation-state, though so rare today, involves the solution of a historically delayed national question. And national liberation wars developing on this basis continues to be just wars supported by the revolutionary proletariat.**FROM OUR (AZKOB)POSITIONS PERSIAN SHAUVINISME BY ABOUT SEVERAL YEARS AGO CLEARLY OR HIDDENLY SAVAGELY POLICY HAVE IMPRESSED AZERBAIJAN AND IN PASSED SENCTURY PERSIAN SHAUVINISME UNDER COVERING IRAN,MADE AZERBAIJAN TO HIS SELF COLONY,IN PRACTIC.STRONG DOCUMENT TO THIS,SOUTH AZERBAIJAN'S 1945 BLOODY EVENTS NAMED "AZERBAIJAN'S NATIONAL GOVERNMENT"(THAT INDIPENDENTIVE MOVEMENTS-UNDER "PISHEVERI" LEADERSHIP AND CONTINUED FOR ONE YEAR-HAD SUSPRESSED INTENSIVELY BY CENTRAL GOVERNMENT -TEHRAN GOVERNMENT-)THE SAME POLICY HAS BEEN IN CICULATION DURING MANY YEARS TILL NOW,BY CENTRAL GOVERNMENT AND BY POLITICIAN'S IN WHICH COUNTRY CALLED IRAN.IN ADDITION TO THIS IN WHICH COUNTRY CALLED IRAN,THE OTHER NATIONAL CHARACTERS ALSO AREN'T IN SECURE WITH PERSIAN SHAUVINISME UP NOW.IN OUR POSITION,IN WHICH COUNTRY CALLED IRAN,IS MANAGING COLONIAL.PERSIAN SHAUVINISTIC THOUGHT MANNER UP TO NOW HAS BEEN IN PERIOD AND THAT CAN MADE A PART OF THOUGHT MANNER OF SOME IRANIAN OUTWARD REVOLUTIONARY LEFTISTS OR SOME DEMOCRAT ORGANIZATIONS,IN WHICH COUNTRY CALLED IRAN.
IN ADDITION TO THESE WE(AZKOB)MUST TO SAY IRAN'S PRESENT(ISLAMIC)GOVERNMENT AIMED AT MAKE A ISLAMIC IMPERIALIST COUNTRY,WITH IRAN.
Despite the limited nature of national liberation struggles, they are nevertheless to the advantage of proletariat for two reasons. First, they signify the conclusion of “national struggle” which shadows the fact that the main point is the united struggle of proletariat aiming at the overthrow of capitalist order. Second, they provide the opportunity to direct the masses, which revolted to win their national independence, towards the struggle of genuine liberation and freedom, that is towards social revolution, under the hegemony of proletariat. On the other hand, the conclusion of the national struggle exposes that the main problem for the working class and toiling masses is capitalism and that unless the imperialist-capitalist world system is overthrown all kinds of economic inequalities (and consequently political oppression, annexations) would be reproduced again and again.
The right of self-determination is in essence the right to establish a separate state. But the revolutionary programme of proletariat is not content with acknowledging national self-determination. Because even the bourgeoisie can speak of acknowledging this right provided that its political content is largely emptied. Therefore, the revolutionary proletariat must wage a struggle on the following respects depending on the acknowledgement of this right:
the coercion that the oppressor nation exercises over the oppressed nation, struggling for the right to secede, must certainly be opposed,
it must be defended that it is up to the oppressed nation to decide whether it would use the right to secede in effect,
an ideological war must be waged against all kinds of political views which reject self-determination of oppressed nations, exercise or defend the exercise of force over oppressed nations and national communities,
national privileges and imposition of an official language must absolutely be opposed.
Unless the oppressed nation is offered the right to secede in the process of ongoing national liberation struggle, the “national question” will continue to exist in general, constitute an obstacle before the unity of the proletariats of the oppressed and oppressor nations, and shadow the need for such a unity. That’s why the programme of revolutionary proletariat is opposed to pushing a real political solution out of the agenda through such liberal chatter as “national cultural autonomy”.
To defend the unity of front of the proletariat and the bourgeoisie on the basis of national liberation struggle on the grounds that this struggle bears a bourgeois democratic content etc., and to develop a strategy on the basis of such a collaboration, means to give up in advance the revolutionary hegemony of proletariat. Whatever the question at hand is, the revolutionary vanguard of the proletariat must join the struggle with its own slogans, demands, banner, and never make a concession from its ideological and organisational independence.
The revolutionary proletariat is not obliged to support every apparently national liberationist movement. It is incompatible with the interests of the proletariat to support reactionary national movements which do not act with a historically progressive demand, and which have even become a toy in the hands of one of the imperialist powers –and therefore cannot be considered in the category of national liberation struggle.
To support the rightful struggle of the oppressed nation does not mean to tolerate the chauvinism of the bourgeoisie of oppressed nation. The idea that bourgeois of colonial countries or oppressed nations are revolutionary by their very nature is the product of a mentality which restricts the revolution to the task of national liberation.
Revolutionary proletariat welcomes a voluntary fusion of nations, which has not been accomplished by coercion but as a result of favourable concrete conditions in a certain period of history. There is no question or interest of proletariat in re-splitting of national unions already accomplished from a historical point of view back into its constituent parts.
Although the policy of the revolutionary workers of oppressed and oppressor nations may differ on the plane of tactics, it must flow from the same essence. On the other hand, it is nothing but narrow-minded nationalism to extend the acknowledgement of the right to secede to the point of organisation of proletariat on the basis of national divisions. What is essential from the point of view of the historical interests of proletariat is to establish the joint revolutionary power of the oppressed and oppressor nation’s proletarians, and therefore, on the basis of acknowledging the right to secede, create the voluntary will of unity of the toiling masses of oppressed nation. But though the internationalist policy of the working class to achieve the same objective must essentially be the same, it may be different in terms of propaganda and tactics, depending on the difference in concrete conditions. The joint objective can be achieved only through the acknowledging of the right to secede by the communists of the oppressor nation on the one side, and the emphasising of unity by the communists of the oppressed nation in their propaganda on the other.
To support the “national question” means to accomplish a “negative” task from the standpoint of proletariat whose class interests necessitates the unity of workers of all countries, and the historical mission of which is to eliminate national divisions, bringing the voluntary union and fusion of nations. The “positive” task for the proletariat is not to deepen and spread the national divisions, but to overthrow nation-states and pave the way for the voluntary union of nations through a world revolution progressing via embracing as bigger national units as possible.
The question of women and environment in capitalist society
No matter how much they present themselves as radical, the environmentalist, feminist currents etc., which have lost faith in the working class and seek “new social dynamics”, do not essentially stand opposed to the capitalist system.
The oppression of women is as old as the division of society into classes, and its elimination is possible only with the achievement of classless society. That is why the solution of the women question can only be achieved through proletarian revolution. Fighting every kind of social discrimination and oppression, the revolutionary proletariat understands the problems of the oppressed sex on the basis of class division. It rejects bourgeois and petty bourgeois feminism which strive to reduce the women question to a struggle between the two sexes, as if it is a supraclass question.
Knowing no limits in the exploitation of man, capitalism knows no limit in the exploitation of nature either. The hole in the ozone layer, global warming, environmental pollution, the ruthless destruction of biological variety, the rapid destruction of forests, desertification etc. are pressing problems threatening the whole planet, and the effects of them are felt more and more in recent years. The capitalist system of production which is anarchic by its very nature is alone responsible for these gigantic problems. Only a planned production in harmony with nature can resolve such problems. Those environmentalists, greens etc. are preaching and trying to obscure the fact that these problems cannot be resolved without eliminating capitalism. The only power able to solve these problems is once again the working class.
Working class methods and means of struggle
The emancipation of working class can only be the task of the working class itself. But the political consciousness which is to carry it to its emancipation does not emerge spontaneously out of daily struggles of the mass of the class. In order to be able to raise the consciousness of the workers to the level of consciousness of revolutionary political struggle and achieve the revolutionary political organisation of the class, a vanguard organisation equipped with Marxist theory is needed, striving tirelessly for this end within the class movement.
If the revolutionary internationalist content of the proletariat’s struggle for emancipation is not understood correctly and a proper struggle cannot be organised on the international level, then the revolutionary efforts limited to national level will turn out to be fruitless. That is, proletarian world revolution cannot be conceived without an International. He who desire the world revolution must desire its instrument, too. Under present day conditions the organisation of the working class on an international scale is a necessity not only for the success of the world revolution, but even for the victory of local and partial economic struggles.
The leadership of the working class can only be won over through taking part in its actual struggle, succeeding in becoming a guide, an organiser in every occasion from the simplest economic struggle of the class to the most far-reaching political struggle of it. One cannot become leader through self-assertion, petty bourgeois-type rivalries and boasting.
The day-to-day economic struggle basically falls within the limits of the existing order, but it is crucial in order to mobilise the ever growing mass of workers in struggle. Trade unions are the most important mass organisations of the working class under capitalism and they still maintain this historical position today. Because no other type of mass workers’ organisation could have been created to replace them.
Under certain conditions where the working class is in retreat, the tendency on the part of unions to become incorporated into the system is an historically established fact. But it is the union bureaucracy, having placed itself at the top of the unions, that is incorporated into the bourgeois state apparatus, not the unions as a whole. The way to combat these tendencies and fight the union bureaucracy is not to leave the unions and form “new and sterile workers’ organisations”. To raise the unions back to the level of fighting mass organisations cannot be possible through escaping from unions using the present problems as an excuse, but through entering the struggle to solve the problems without surrendering under the weight of these problems.
The working class conducts its struggle through methods compatible with the nature of this struggle. Substituting their own organisations and adventurist methods for the mass struggle of the class, petty bourgeois currents do harm, in the last analysis, to the class struggle.
Our tradition
The basic line that guides the internationalist struggle of the world working class has been formed throughout the countless struggles during 150 years and thousands of communists have died for this cause. Those who are still following this internationalist revolutionary line accept Marx, Engels, Lenin, Rosa Luxemburg and Trotsky as the most important founding leaders of Marxist tradition.
Marx and Engels’ efforts to organise the Communist League, and those links that form the revolutionary chain ever since the First International; the Bolshevik Party in Lenin’s time, the Third International in the period of first four congresses, the Left Opposition (Bolshevik-Leninists) led by Trotsky who waged a struggle against Stalinism after Lenin’s death, and subsequently the International Left Opposition (International Communist League) and the general ideological-political legacy the Fourth International, which had been striven to be created in Trotsky’s time, represented in its foundation; these are the traditions upon which we base ourselves.
**WITHOUT DOGMATIZE NO ONE OF TEORIES AND WITHOUT IDOLIZE NO ONE OF POLITICIAN CHARACTERS.
IN ADDITION TO THESE WE MUST TO SAY THE DISCUSSION DOORS ABOUT FOLLOWING SUBJECTS ANNOUNCED OPEN BY US:
1-PARTIES ROLE
2-GOVERNMENT SUBJECT
3-PROLETARIAT DICTATORSHIP'S CIRCUMSTANCE
4-NEW CONCEPTS OF IMPERIALIZM
5-POWER AND OWNERSHIP RELATION IN OUR TODAY.
IN CONCLUSION WE MUST TO SAY ALL THIS PLATFORM TEXT THAT CONTAINING ALL OF OUR POSITIONS HAS BEEN OFFERED TO AZERBAIJANIAN COMMUNIST PARTY. THIS TEXT WOULD ANNOUNCE DISPUTABLE.THIS PLATFORM TEXT OFFERING TO OTHER PEOPLE WHO LIVING IN WHICH COUNTRY CALLED IRAN.IN CONTINUATION THIS PLATFORM AZERBAIJANIS SOCIALIST PARTY'S PRACTIC PLATFORM WOULD ALSO SHOW FOR DISCUSSION.**
AZERBAIJANIAN COMMUNISTIC NOTIFICATIONS(AZKOB) 31/1/2007
Labels: PLAT-IN ENGLISH
posted by AZerbaycan KOmünistlik Bildirileri
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder