Cuma, Aralık 28, 2007

(OXUCUMUZDAN):Günümüzde komünist hareketin bazı hayati sorunları üzerine notlar S Can

ASAGIDAKI YAZI TKP SITESINDE SUBAT 2007 TARIHINDE YAYINLANDI. BAZI ONEMLI KONULARDA TARTISMALARA YARDIMCI OLACAGI DUSUNCESIYLE GONDERIYORUM. YOLDASCA BASARI DILEKLERIMLE.

Günümüzde komünist hareketin bazı hayati sorunları üzerine notlarS Can

Hrant Dink’in öldürülmesini protesto etrafında Türkiye Sol Hareketinin anka kuşu gibi kendi küllerinden doğabileceği üzerine yorumlar var. Olabilir de olmayabilir de. Biz olabilirliği üzerine akıl yürüterek “bu yükseliş nasıl olursa bundan işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi yarar görür” üzerine birkaç önemli noktaya vurgu yapmak istiyoruz. Bunlar dünya komünist hareketinin başta gelen “canalıcı sorunlarıdır” ya da “olmazsa olmaz”larındandır diyoruz. Komünist hareketi öteki emekçi-yoksul kökenli hareketlerden ayıran özelliği teorisidir. Yani özüyle, Marks’ın çeşitli yapıtlarında dünya toplumlarının evrimine ve kapitalizmin işleyişine ilişkin olarak getirdiği yorum ve açıklama-çözümlemeler, Marks’ın yöntemi ve Komünist Manifesto’da berraklaşan programatik yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın çeşitli yönlerini hatırlamak için bazı alıntılar vermek istiyorum:"Dünyanın karşısına yeni bir ilkeyle çıkıp doktriner bir havada 'doğru budur, önünde diz çökün' demiyoruz. Dünyanın kendi ilkelerinden hareketle dünya için yeni ilkeler geliştiriyoruz. Dünyaya dönüp 'savaşımlarınızı kesin, aptalcadır, biz size mücadelenin doğru sloganını vereceğiz' demiyoruz. Biz sadece dünyaya gerçekte ne için mücadele ettiğini gösteriyoruz. Ve bilinç, dünyanın istemese de kazanmak zorunda olduğu bir şeydir." (K. Marks, "Arnold Ruge'ye Mektup", Eylül 1843, Marxists' Internet Archive.) "Komünistlerin vardığı teorik sonuçlar, hiçbir biçimde, şu ya da bu sözde evrensel reformcu tarafından icat ya da keşfedilmiş fikir ya da ilkelere dayanmaz."Komünistlerin vardığı teorik sonuçlar, yalnızca, mevcut sınıf mücadelesinden, gözlerimizin önünde cereyan etmekte olan tarihsel hareketten kaynaklanan fiili ilişkilerin genel ifadeleridir." (K. Marks, F. Engels, "Komünist Manifesto", Aralık 1847 - Ocak 1848, MESY, (İng.), c. 1, s. 120.) "Bizim için komünizm kurulacak bir düzen, gerçeğin kendisini uydurması gereken bir ideal değildir. Biz, bugünkü durumu kaldırıp atan gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden çıkar." (K. Marks, F. Engels, "Alman İdeolojisi", Kasım 1845 - Ağustos 1846, MESY, (İng.), c. 1, s. 38.) "İşçi sınıfı Komünden mucizeler beklemiyordu. İşçi sınıfının kararnamelerle uygulamaya konulacak hazır ütopyaları yoktur. İşçi sınıfı, kendi kurtuluşuna yol bulmak için, mevcut toplumun kendi ekonomik gelişmesiyle karşı konulmazcasına yöneldiği o daha yüksek toplumsal biçime yol bulmak için uzun mücadelelerden, koşulları ve insanları baştan başa dönüştürecek bir dizi tarihsel süreçlerden geçmek zorunda olduğunu biliyor. İşçi sınıfının gerçekleştireceği idealleri yoktur, fakat, çökmekte olan eski burjuva toplumun kendi bağrında taşıdığı yeni toplum ögelerini özgürleştirme yükümlülüğü vardır." (K. Marks, "Fransa'da İç Savaş", Nisan-Mayıs 1871, MESY, (İng.), c. 2, s. 224.) "Ekonomistler nasıl burjuva sınıfın bilimsel temsilcileri iseler, sosyalistler ve komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridirler. Proletarya kendisini bir sınıf olarak oluşturacak kadar henüz yeterince gelişmediği sürece, bunun sonucunda, proletaryanın burjuvaziyle mücadelesi henüz siyasal karakter almadığı sürece, üretici güçlerin burjuvazinin bağrında, proletaryanın kurtuluşu ve yeni bir toplumun kurulması için gerekli maddi koşulları (ücretli emek - sermaye ilişkisini reddetmeye başlayacak nitelikteki üretici güçleri, yani canlı emeğin yerini almakta olan, değeri çöküşe uğratmakta olan bilgi yoğun teknolojileri - YZ) bir an için görmemizi sağlayacak kadar olsun henüz yeterince gelişmediği sürece, bu teorisyenler, ezilen sınıfların sıkıntılarını gidermek üzere sistemler uyduruveren ve yeniden doğurucu bilim arayışına giren ütopyacılardır ancak. "Ama tarih ilerledikçe ve onunla birlikte proletarya mücadelesinin çizgileri daha da belirginleştikçe, sosyalistler ve komünistlerin zihinlerinde bilim aramalarına artık gerek kalmaz. (Çünkü, olgular büründüğü mistik örtülerden gerçek hayatta sıyrılmaya başladıkça saydamlaşır. Olgular saydamlaştıkça, olguların içyüzünü görmek için bilime gerek kalmaz. O zaman olgular bütün nitelikleriyle olduğu gibi bilince yansır. - YZ) Gözlerinin önünde olup bitenleri saptamaları ve olanların sözcüsü durumuna gelmeleri yeterlidir. Bilim aradıkları ve yalnızca sistemler kurmakla uğraştıkları sürece, mücadelenin başlangıcında kaldıkları sürece, sefaletin içinde sefaletten başka bir şey göremezler. Sefaletin içinde eski toplumu devirecek devrimci, yıkıcı yanı göremezler. Tarihsel hareketin ürünü olan bilim, bu andan sonra, kendisini bilinçli olarak tarihsel hareketle birleştirmiş, doktriner olmaktan çıkmış ve devrimci olmuştur." (K. Marks, "Felsefenin Sefaleti", 1847, METY, (İng.), c. 6, s. 177.)Şimdi, bu alıntıların ışığında, teorik alanda günümüz komünistlerinin en başta yapması gereken, “gözlerinin önünde olup bitenleri saptamaları ve olanların sözcüsü durumuna gelmeleri”dir. Bu en başta, yaşanan SSCB deneyiminin karakteri ve çöküş nedenleri üzerine değerlendirme yapmayı gerektirir. Bu da uzun süredir unutulmuş olan Marks’ın komünizm anlayışını yeniden hatırlamayı, kavramayı öngörür. Özetle söylersek; - Marks’ta sosyalizm diye komünizmden ayrı bir toplumsal aşama yoktur. Sosyalizm, Marks’da komünizmin ilk aşamasıdır, “kapitalizmden devralındığı haliyle komünizmdir. Burada hatırımızda kalması gereken, sosyalizmde (komünizmde) sınıfların, değer yasasının kategorilerinin (değer, meta, ücretli emek, sermaye, vb) ve devletin olmadığıdır. Komünist devrim yabancılaşmış emeği ve onunla birlikte yabancılaşmanın tüm tezahürlerini ortadan kaldırır. - Komünist Manifesto sosyalizmin değil kapitalizmden sosyalizme (komünizme) geçiş döneminde komünist devrimin sorunlarını ele alır ve proletarya diktatörlüğünün siyasal programıdır. Çerçeveyi kabaca böyle koyduktan sonra bugüne dönüp, bugünkü bilgilerimizin ve kavrayışımızın ışığında SSCB hakkındaki hükmümüzü vermek durumundayız. Yukarıdaki kavrayış ışığında değerlendirilirse açıktır ki, Ekim Devrimi’nin ülkesi Sovyet Rusya (sonra SSCB) hiçbir zaman sosyalist olmadı. Lenin zamanında da sosyalist değildi, sonra da olmadı. Sosyalizmin kurulmakta olduğu, sosyalizm kuruculuğu, vb. Rusyadaki devrimcilerin “kendilerini tanımlamaları”, kendi yakıştırmalaraıydı. Oysa Marks’ın da vurguladığı üzere: “Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuki, siyasal, dini, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırdetmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak, bir hükme varılamaz, tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” (K. Marks, Ekonomi Politik’in Eleştirisine Katkı’ya Önsöz, Marxists Internet Archive, Türkçe) Rusya’da sosyalizm olamazdı, çünkü devrimci (KP) iktidarın önündeki görevler onlar adını nasıl koyarsa koysun, kapitalist çağın görevleri idi; yani ulaşım, iletişim, taşımacılık gibi sorunları çözme yolunda adım atmak, endüstrileşmeyi başlatmak, başlamış ise o alanda süreci hızlandırmak, tarımda mekanizasyonu sağlamak, bunun gerektirdiği enerji sorunlarını çözmek ve böylelikle değer yasasının işleyişlerini KP iktidarında geliştirmekti. Rus devrimcileri buna farklı adlar verdiler ama kuşbakışı bakıldığında, endüstrileşmenin, değer yasasının işlediği en sonuncu üretim tarzı olan kapitalizmin asli görevi olduğu açıktır. Yani demokratik devrimin görevi!Burada “komünist (ya da sosyalist) görev” olarak adlandırılmaya en yakın görev, emekçi yığınların her alanda ve her düzeyde yönetimde söz yetki ve karar sahibi olabilecekleri mekanizmaları yaratmak ve geliştirmekti. Yani aktif yığın demokrasisi organlarını, işleyiş ve süreçlerini. SSCB’de KP iktidarı hem parti içinde hem de toplumda bunu gerçekleştirdiği ölçüde sosyalist görevlere yaklaştı, bundan uzaklaştığı ölçüde - ki burada proletarya diktatörlüğünün proletarya adına KP, KP adına MK, en sonunda hepsi adına genel sekreter diktatörlüğü ile özdeşleştirilme süreçleri, Sovyet organlarının fiiliyatta ortadan kaldırılmaları, sendikaların devlet organlarına dönüştürülmeleri önemli momentlerdir – kapitalist çağın kahredici görevlerine teslim oldular. Ama “batı” ülkelerinden belli farklarla. Kapitalist görevleri, kapitalizmin öngördüğünden farklı siyasal - ekonomik çerçeveler altında yerine getirdiler. Değer yasasının işleyişlerini farklı gömlekler altında sağladılar, yasanın çeşitli kategorilerini anlayışları gereği baskı altına aldılar.SSCB’de, Ekim Devrimi’nin müdahalesi sonucunda, ikinci dünya savaşına kadar batı kapitalizminde olağan bilinen değer yasası süreçleri, işleyişleri müdahalenin yönüne ve şiddetine bağlı olarak şu ya da bu ölçüde deforme edildi. Ama 80 yıllık uzun dönemde bakılırsa, SSCB’de KP eliyle kapitalizmin görevlerinin yerine getirilmesi diyebileceğimiz bir süreç yaşandı. SSCB’nin tek kurşun atmadan şerefsizce dağılmasını izleyen 17 yılda yaşananlar, bugün Rusyanın içinde yaşadığı toplumsal ekonomik koşullar, vardığı nokta da bunu doğrular niteliktedir.Demek ki, bir yandan ABD’nin emperyalist yayılmacılığına karşı çıkarken, bir yandan da bugünün devlet tekelci kapitalist Rusyasının özünde ABD’den hiç de farklı olmayan yaklaşımlarının bence dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Yakın bir gelecekte “Gazprom yayılmacılığı” siyasal lugata girecek gibi görünüyor. Yani bugün, SSCB komünistlerin kabesi zaten değildi, SSCB’nin devlet siyasetinin eleştirisinde belli bir haklılık varmış, diyebilmeliyiz. Bir de, kimi çevrelerde şimdilerde tekrar KP iktidara gelirse Rusya’nın “sosyalist olabileceği” gibi ham hayallerden uzak durmak, komünist harekette toparlanmanın teorik ilk adımı olacaktır. Komünist hareket tarihsel deneyimin ışığında voluntarizmden uzak durmayı öğrenmek zorundadır. Ben yaptım oldu ile fazla yol alınamıyor. Bu tartışma içinde zımnen yer alan bir diğer canalıcı öneme sahip konu da, Troçki’nin ve Stalin’in, “kapitalizmin artık üretici güçleri geliştiremediğine ilişkin” değerlendirmelerinin gerçekdışılığının, dolayısıyla anti-Marksistliğinin teslim edilmesidir. Troçki II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce şöyle yazıyordu: "İnsanlık belli bir aşamaya kadar, aşağı yukarı Dünya Savaşı'na kadar kesimsel ve genel krizlerin içinden geçerek büyüdü, gelişti ve kendini zenginleştirdi. Üretim araçlarının özel mülkiyeti o çağda göreceli olarak ilerici faktör olmaya devam etti. Fakat şimdi, değer yasasının kör kontrolü daha fazla hizmet etmeyi reddediyor. İnsanlığın ilerlemesi çıkmaz sokağa saplanmıştır. ... Teknik düşüncedeki son zaferlere rağmen, maddi üretici güçler artık büyümemektedir." (L.Troçki, "Zamanımızda Marksizm", Nisan 1939, (İng.), Marxists' Internet Archive, aktaran Y Zamir, agy)Stalin de II. Dünya Savaşı’ndan sonra şöyle demekteydi:“Lenin’in 1916 ilkbaharında açıkladığı tezin – yani kapitalizmin çürümesine karşın, ‘bir bütün olarak kapitalizmin eskisinden çok daha hızla geliştiği’nin hâlâ geçerli olduğu iddia olunabilir mi? Bence, edilemez. İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni koşullar düşünülünce, ... (bu tez) geçerliliğini yitirmiş addedilmelidir.” (J Stalin, “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”, (Şubat 1952), The Essential Stalin, Anchor Books, 1972)Bunlar, olsa olsa yaşamın bugün dalga geçtiği düşünce kırıntılarıdır. Bunların üzerine inşa edilen strateji ve taktikler ise trajiktir.Marks Komünist Manifesto’da şöyle diyor: "Burjuvazi, üretim araçlarını, ona uyarak üretim ilişkilerini ve onunla birlikte toplumun bütün ilişkilerini sürekli devrimcileştirmeksizin varolamaz." (abç)Kapitalizmin tek bilinçli işleyişi (buna yasası da diyebiliriz) tekil kapitalistin kârını maksimize etme uğraşısıdır. Yusuf Zamir Marks Gerçekte Ne Dedi adlı güzel çalışmasında bunu şu sözlerle anlatıyor: “Kâr oranının düşme eğilimi, üretici güçleri geliştirici, sermaye - ücretli emek ilişkisini yaygınlaştırıp derinleştirici bir etki yaratır. Sermaye kâr oranının düşüşünü telâfi etmek, rakiplerine üstünlük sağlamak için teknolojiyi geliştir. Ama böylece, nispi artı-değer zamanını artırarak, ‘daha yüksek bir üretim tarzının maddi gereklerini bilinçsizce yaratır’. (K. Marks, Kapital, (İng.), c. 3, s. 259.) Demek ki, kapitalizmin kâra yönelik işleyişinin nesnel bir sonucu, ‘daha yüksek bir üretim tarzının maddi gereklerini bilinçsizce’ yaratmak, yani üretici güçleri bilinçsizce geliştirmektir.“Ne var ki, kâr oranının düşme eğiliminin yol açtığı üretici güçleri geliştirici etki, dikkat edelim, ‘kâr’ tarafından sınırlanan bir etkidir. Kapitalizmde üretici güçlerin gelişmesi, ancak sermayeye kâr sağladığı ölçüde, bu sınırlılıkla boğuşarak ilerler.” (Y. Zamir, “Kapitalizm Üretici Güçleri Geliştirir mi”, Marks Gerçekte Ne Dedi, Şubat 2006, Alev Yayınları) (abç)Kapitalizmin bu çelişkili doğasını, bir yandan üretici güçleri dolu dizgin geliştirmek zorunda kalırken, öte yandan da bu gelişmeyi kâr yasasının imbiğinden geçirerek, kârın çıkarıyla sınırlayarak yapmasını Marks’tan okuyalım:"Sermaye hareket halindeki çelişkinin ta kendisidir. Çünkü bir yandan, emek süresini (yani değerin kaynağını - YZ) en aza indirmek için bastırırken, öte yandan, aynı zamanda, emek süresini zenginliğin (yani değerin - YZ) tek ölçüsü ve kaynağı olarak alır. Sermaye gerekli emek süresini artı-emek süresini artırabilmek için azaltır. Dolayısıyla artık emeği, giderek artan bir ölçüde, gerekli emeğin bir koşulu (bir ölüm-kalım meselesi) haline getirir. Bir yandan, bilimin ve doğanın bütün güçlerini, aynı zamanda toplumsal işbirliğinin ve toplumsal ilişkilerin bütün olanaklarını, harcanan emek süresinden nispeten bağımsız bir zenginlik üretimi için seferber eder. Öte yandan, böylece yaratılan bu dev toplumsal güçleri, emek süresi ile ölçmeye ve onları hâlihazırda yaratılmış değerlerin değerini korumanın sınırları içine hapsetmeye çabalar." (K. Marks, Grundrisse, Ağustos 1857 - Mart 1858, (İng.), çev. Martin Nicolaus, Penguin Books, s. 706., aktaran Y. Zamir, agy, s. 69)Yani, kapitalizm altında üretici güçlerin kaderi kimi aklıevvel entelin “inandığı” gibi geliştirilmemek ve kapitalizmin böylece çöküşü değildir. Sermaye bizzat varoluşunun emrettiği üzere, üretici güçlerin (komünizm altında olacağı gibi) özgürce gelişmesini engeller. Sermaye kâr, kazanç görmediği yere genel kural olarak yatırım yapmaz, kaynak ayırmaz. “Sermaye düzeninde teknolojik geliştirmelere, ancak ekstra kâr sağlama ihtimali varsa kaynak ayrılır.” Bunun öteki yönü de şudur. Ekstra kâr kapısı olarak görülüyorsa sermayenin yatırım yapmayacağı, teknoloji geliştirmeyeceği bir alan yoktur. Son iklim değişikliği tartışmalarından çıkan o ki, kapitalizm buzulların erimesini bile kendisi için ekstra kâr elde edeceği bir alan olarak ele almaktadır. Zaten böyle düşünmeseydi “çöp endüstrisi” diye birşey olamazdı. “Kapitalizm koşullarında teknolojinin gelişmesi, "kâr"a odaklandığı için, insanın mutluluğunu, insan - doğa dengesini amaçlamadığı için tek yönlü, sapkın ve ufuksuzdur. Kapitalizm altında gelişmekte olan üretici güçler bu tek yanlı, sapkın halleriyle komünizm (sosyalizm) için yeterli değildir. Üretici güçleri bütün insanlığın hizmetine sunacak şekilde çok yönlüleştirmek için dünya çapında birleşmiş işçilerin müdahalesi gerekmektedir.” (Y. Zamir, Marks Gerçekte Ne Dedi, Şubat 2006, Alev Yayınları, s.70-71)Üretici güçlerin başında insan gelmektedir. Son yüzyıla baktığımız zaman görüyoruz ki, hem insan, hem üretim araçları ve bilim hâlâ (bence dev adımlarla) ilerlemekte, gelişmektedir. Ama yukarıda verdiğimiz çerçevede! Yani, aynı zamanda toplumda yabancılaşmanın inanılmaz boyutlarda ilerlemesiyle birlikte. Toplumsal yaşamda insanlıkdışı denilecek uygulamaların, yabancılaşmanın binbir tezahürünün alabildiğine ortaya çıkmasıyla birlikte. Marks’ın işaret ettiği gibi, kapitalizmde her gelişme bir üst aşamada yarattığı çelişkisini de yanında taşıyarak geliyor. Olgular kendi çelişkileriyle birlikte gelişiyorlar. “Emeğin toplumda söz yetki ve karar sahibi olması” isteminin hemen her alanda öne çıkıyor oluşu, bunun bir ifadesidir. *Küreselleşmenin vardığı son aşamada, (tabii ki kapitalist küreselleşmeden bahsediyoruz) MK eliyle kapitalizmin bir başka, cevval örneği olan Çin’in ardından “sosyalist” Vietnam’ın da en nihayet Dünya Ticaret Örgütü (WTO) üyesi olmaları; buna ek olarak şimdi de kapitalist Rusya’nın buraya üyelik için üyeliğine artık gün sayıyor olması ne ifade etmektedir? - Dünya pazarında toplumların birbirlerinden yalıtıklık düzeylerinin iyice ortadan kalkmakta olduğunun, bununla bağlı olarak üretici güçlerin yerellik ve yalıtıklığının da artık dünya kapitalizminin gelişmesinin önünde hakiki engeller oluşturduklarının ifadesidir;- Hammadde kaynaklarının yerel / yalıtık varoluşları da ortadan kalkmaktadır. (“Benim ülkemdeki” yeraltı ve yerüstü kaynakları yalnızca “benim milletime” aittir tekerlemesi, milli sınırların ortadan kalkmakta olduğu dünya pazarı koşullarında artık gerici, darkafalı burjuva milliyetçiliğinin, ve de onun kadar gerici, nasyonal komünist akımların kendi milliyetçi burjuvazilerine yalaklık yapmalarının ifadesidir); - Dünya kapitalizmi tarihinde ilk kez Marks’ın modelindeki koşullara yaklaşmıştır. Dünya pazarının DTÖ kanalıyla tescil edilmiş kapsamı müthiş büyümüştür. Bu, Marks’ın kapitalizmi çözümlemesini ve sınıf mücadelesinin objektif koşullarına ilişkin değerlendirmesini yeniden öne çıkarmak gibi bir görevimiz olduğunu bize hatırlatmaktadır. Komünist hareketin asli görevi, yaşanan tüm ezgi ve sefaletin içinde, sefalet edebiyatına kapılmadan, “sefaletin içinde eski toplumu devirecek devrimci, yıkıcı yanı görme” ve bunu proletaryanın sınıf mücadelesini yükselterek tüm topluma göstermektir.Buradan çıkan o ki, komünist hareket kapitalist küreselleşmenin yönünü, getirdiği acıları ve olanakları tespit ederek işçi sınıfına ileri mücadele hedefini gösterir. Ulaştığı her mücadele platformunda “emekçilerin her alanda her düzeyde söz yetki karar sahibi olmalarını” propaganda eder. Elitist deneylerden çıkarttığı derslerin ışığında buna uygun örgütsel biçimleri öne sürer, destekler. Emeğin küresel mücadelesinin yükseltilmesini, uygun örgütsel biçimlerin yaratılmasını araştırır, özendirir. *Proletaryanın en başta gelen görevi, ileri mücadele hedefinin gerçekleştirilmesidir; proletaryanın kendi kaderini tayin hakkını, devrim hakkını kullanmasıdır. Bütün öteki haklar bu hakka tabi olarak ele alınmalıdır. Proletarya tüm toplumun vicdanı ve sözcüsü olacaksa, tüm toplumsal haksızlıklara , bunların başında da ulusal baskıya karşı çıkmak durumundadır. Bunun bir yönü, UKTH’nin tüm toplum önünde savunulması ise, öteki yönü de, küreselleşmenin bugünkü gelişme aşamasında “ulusal” gericiliği, “ulusal sınır” çizme / varolanı koruma darkafalılığını teşhir etmek ve emeğin olabildiğince tek bayrak altında toplanabilmesinin koşullarını savunmaktır. Ne diyordu eski yoldaşlar: "Milletim nev-i beşerdir vatanım ruy-u zemin!" Avrupa Birliği’ne ve öteki birliklere yaklaşımımız da böyledir. Sermayenin alabildiğine özgürleştiği günümüz koşullarında işin başka coğrafyalara kaydırılması ya da başka işletmelere taksim edilerek yaptırılmasının - taşeronlaşma - (offshoring / outsourcing) kapitalizmin geçici ve kısmi bir taktik uygulaması olmadığı, sermayenin küresel ölçekte stratejik adımı olduğu anlaşılmaktadır. Burjuvazi tek dünya pazarının koşullarına uygun davranmaktadır. Öyleyse dünya emekçileri de mücadele yöntemlerini bu koşullara uygun düşecek biçimde geliştirmek durumundadırlar. Komünistlerin savunduğu “sınırlar kaldırılsın, tüm emekçilere serbest dolaşım hakkı verilsin” sloganı, kapitalist dünya pazarında “yurttaşların kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesinin giderek öne çıktığını anlatmaktadır.Küreselleşmenin şimdiki dalgası muazzam bir ademi merkeziyetçi basıncı da getirmiştir. Ulusal darkafalılık bu gelişmenin yarattığı acıları gerekçe göstererek toplumları daha da kapanmaya sevk etmeye, ortamdan ters yönde yararlanmaya çalışıyor. Nasyonal komünistler de burjuva keşkek döğücüsü hınk deyicisidirler. Oysa, emekçilerin bu ortamdan savaşımı küreselleştirmek ve buna uygun yeni güç merkezleri oluşturmak amacıyla yararlanmaları gerekir: Emekçilerin, yurttaşların kollektif denetimini artıracak organlar, kollektifler, kooperatifler, emekçi meclisleri, konseyler, Sovyetler...Unutmayalım ki, Devlet, kapitalizmden önce ortaya çıkmış, ama burjuvazinin egemenliğinde “milli”, “federal” vb özellikler altında yetkinleştirilmekte olan bir örgüttür. Bugün, kapitalizmin önündeki engelleri kaldırıcı, kapitalist gelişmenin önünü temizleyici, kapitalist üretim, dolaşım ve dağıtımı hızlandırıcı, geliştirici ve de sınıf düşmanının önünü kestiği sürece varlığını, önemini korumaktadır. Kapitalizmin doğal örgütü korporasyon olmakla birlikte ve bugünkü koşullarda şirkette olduğu türden “hire and fire” (işe alırsın, işten atarsın) anlayışına uyan bir yapıda olmasa da devlete olan gereksinim ortadan kalkmamıştır. Devlet, egemen sınıfın sınıf düşmanına karşı zoru temsil ediyor olmasının yanında, özellikle daha geri ülkelerde kapitalizmin altyapısının hazırlanmasında, üretimin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin pazara çıkartılmasını kolaylaştıracak her türlü teknik, lojistik adımın atılmasında, enerji ve komünikasyon sürekliliğinin sağlanmasında hâlâ önem taşımaktadır. Önümüzde Rusya, Çin, Venezüela, Bolivya örnekleri var. Bu durum, “devletli sosyalizm” yanılsamasına hâlâ prim vermektedir. Açıktır ki, komünist hareket, son zamanlarda moda olan ve “21. yüzyıl sosyalizmi” adı altında öne sürülen önerileri dikkatle incelemeli; milliyetçi, nasyonal komünist akımların “21. yüzyıl sosyalizmi” sahtekarlığına kapılmadan, devletin çözümlemesine daha yoğun çaba harcamalıdır. Devletli bir sosyalizmden söz edemeyeceğimize göre, proleter devriminin ardından, proleter erki altında emeği sermayenin, yurttaşı devletin karşısında koruyacak, güçlendirecek ve de erk sahibi yapacak yol ve yöntemler üzerine düşünmek zorundayız. Kilit; “emeğin her alanda her düzeyde siz, yetki, karar sahibi olmasını öngörecek” yapılanmalar ve hareketlerdir. *“Kapitalizmin üretim anarşisinden, aşırı kâr güdüsünden, eşitsiz gelişmesinden büyüyerek bugün “çevre sorunları” olarak karşımıza çıkan sorunlar, başta işçi sınıfı olmak üzere halkın, tüm canlıların yaşamını tehdit ediyor.” Yatağan’a, Afşin-Elbistan’a, Soma’ya, Gebze’ye, Körfez’e, Marmara’ya vb bakan bir göz çok rahatlıkla teslim eder ki, çevre sorunları, bugün muazzam önemde bir demokratik savaşım odağıdır. Dahası, bu çağın ana görevi olan endüstrileşme süreci boyunca, insanı, insan sağlığını bir avuç kâr için hiçe sayan yaklaşımı yüzünden (Batı’da da Doğu’da da) kapitalizm bugün dünyanın her yerinde insanlığı hakiki bir çevre felaketiyle yüz yüze getirmiştir. İnsan soyu tehlikededir. Bu felaketler zincirinin önünü almak için tüm dünya toplumu çıkarına adımlar atılması zorunludur. Buradan da çıkar ki, komünizm kimilerinin anladığı gibi kapitalizmin mekanik bir sonucu, ya da ilahi Marksist kader değildir. Sosyalizm (komünizm) doğrultusunda bilinçli adımlar atılmazsa insanlığın sonu yeniden barbarlık olabilir. Komünistler, çevre mücadelesine ilgi duymak ne söz, onun başını çekmek durumundadırlar.*Buraya kadar anlaşıldığı üzere, sınıf mücadelesinde herkesin bildiği, birçok sorunu buraya almadım. Sendikal hareketin sorunları bunlar arasındadır. Bu alanda bizim ilkemiz, Sendikal Birlik, Sendika-içi Demokrasi, Militan Mücadele. Konuya fazla girmiyorum çünkü sendikal harekette doğru yönde bir gelişme komünist siyasal harekette canlanmayla bağlıdır diye düşünüyorum. Emeğin geri kesimlerinin gözü her zaman “ileri unsurlar”dadır. Ya onlar hazır değilse? Komünist bir forumda sorunlarımızı tartışalım istiyoruz. Komünist platformda buluşma, kadroyla programla duruşla olur. Bu duruş komünistler söz konusu olduğunda pratik olduğu kadar, teorik bir duruştur. Çünkü “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” Biz sekter değiliz. Bizim için tek birleştirici ilke, tüm ezilenlerin yoksulların, haksızlığa uğrayanların mücadelesini sermayeye karşı emeğin etnisite tanımayan, din farklılığı tanımayan dil farklılığı tanımayan sınıf mücadelesi potasında eritmektir.

Hiç yorum yok: